Quantcast
Channel: Yazı Dizileri –Çiftlik Dergisi
Viewing all 28 articles
Browse latest View live

Türk Tavukçuluk Tarihi Bölüm :5

$
0
0

NURETTİN GÜRSOY DENEN MİSYONER…

 

Erkan KONURALP

 

BÖLÜM  5

(Fotograflar Çiftlik Dergisi arşivinden alınmıştır.)

Gelişen modern tavukçuluk sektörümüzün temeline indiğimiz zaman bir “Maceracı” grubun bu sektörün temel taşlarını oluşturduğunu görürüz.Bir Hanri Benazus ve İsmail Keskinoğlu ve Vural Görener’in sektöre hizmetlerini önceki yazılarımızda anlatmıştık.Bu hizmetler sürerken yeni gelişmekte olan damızlık kuruluşlarımız ülke çapında bir seminer yarışına girdiler.Bu yarışmalar bütün amacı emekçilerin bilinçli olarak üretim yapmaları içindi.

 

Kimler yoktu ki bu seminer grupları içinde.Ülke çapındaki seminer toplantılarına katılan misyonerler içinde Prof.Dr. Mahmut Akkılıç,Prof.Dr.Rüveyde Akbay,Prof.Dr.Erdoğan Finci,Prof.Dr.Nejat Aydın,Prof.Dr.Mustafa Arda,Doç.Dr.Erol Şengör,Uzman Veteriner Hekimler, Nurettin Gürsoy,Turgut Atılgan,Kaya Demirözü,Ali Babila,Kamuran Baştuji,Birsen Akçadağ,Yavuz Sayın,Erhan Uçtu,Emin Çetinkol,Güney Gökçelik yer alıyordu.Şu an unuttuklarımız varsa özür dilerim .

 

TAVUKÇULUK TOPLANTISINDA BİR CUMHURBAŞKANI

Tavukçuluk kuruluşlarımız büyük bir hızla büyürken Sivil Toplum örgütleri de aynı hızla yollarına devam ediyorlardı.Bunlaıın en önemlisi Bilimsel Tavukçuluk Derneği’nin toplantılarına Prof.Dr.Rüveyde Akbay’ın daveti ile Cumhurbaşkanı Turgut Özal gelerek açılışları yaparak sektörü onore ediyordu.Bunun ne demek olduğunu anlamak için şimdiki toplantılara Tarım İl Müdürü veya Müsteşar yardımcılarının iştirak ederek açılış yapmaları çok güzel bir örnek gibime geliyor.

 

Bu saydığımız grup, şu an yapılan 5 yıldızlı otellerdeki seminerlere inat, kümeslerde ve is kokulu köy kahvelerinde bilgilendirme yapıyorlardı.Bu misyonerlerin kaldıkları otellerden bit ve pire kaptıklarına ben çok kez şahit oldum.

 

Okuyucuların Uzman Veteriner Hekim Nurettin Gürsoy adını bu yazılarımızda çok rastlayacaklar.Bu isim Türk Tavukçuluk Sektörü’nün bir temel taşıdır.O yıllarda kimin başı sıkışsa veya sorunu olsa mutlaka Nurettin Gürsoy ile temas kurmak isterdi.Bir de şu an ve aramızdan ayrılan tavukçuluk uzmanlarının yetişmesinde mutlaka Nurettin Gürsoy’un katkısı vardır.

 

Nurettin Gürsoy’un en unutulmaması gereken bir hareketi de emekli olmadan başlayan ve ölümüne kadar devam eden Çiftlik serüvenidir.Nurettin Gürsoy İstanbul Kadıköy Kurtköy’deki yumurta yönlü tavuk çiftliğinde yatıp kalkardı.Oysa tanıyanların yakından bildiği İstanbul Üsküdar’da boğaza kıyısı bulunan bir yalı sahibi idi.Ama o bu güzel manzarayı bir kenara iterek tavukçuluk sevdası ile çiftliğinde yatıp kalkardı.Onu tanımayanlar çifliğe yumurta almaya geldiklerinde kendisini bakıcı bilirlerdi.Bu yayında onun çifliğindeki fotoları ile de göreceksiniz.

 

Bana olayları yaşayanların, başta rahmetli Nurettin ağabeyin eşi rahmetli Necdet ablanın ve bizzat yanında olan rahmetli Prof.Dr.Erdoğan Finci’nin çok konuşulacak bir hikayesini  nakledeyim.

 

Nurettin Gürsoy, Pendik Veteriner Araştırma Enstitüsü’nda tavuk laboratuvarında şef görevini yürütürken eğitim görmek için yanına gelen veteriner hekimlere karşı çok sert bir insandı.Bu sertliğinin yanında incancıl yanlarıda sayılamayacak kadar çoktu.Pendik laboratuvarına gelen veteriner hekimler eğitim sırasında öğle yemeklerini Nurettin Gürsoy ile birlikte yerlermiş.Bir iki gün geçtikten sonra eğitim gören veterinerlerin bir olay çok dikkatini çekmiş.Çünkü Nurettin Gürsoy’un eşi Necdet abla hergün kendilerine tavuklu pilav getirirmiş.Bu iş bir süre geçtikten sonra iş anlaşılmış ve tavuklu pilavın kaynağı tesbit edilmiş.Günlerden birgün Erdoğan Finci laboratuvara ekim için Haydarpaşa Numune hastanesi ve Haydarpaşa lisesinin damında beslenen güvercinlerden almak için çatıya çıkar bir bakar ki güvercinler eskisi kadar yok.Orada bulunan hizmetliye sorar fakat istediği cevabı vermek için hizmetlinin niyetli olmadığını anlar. İşi sıkı tutar ve hakikati öğrenir.Meğer hergün tavuklu pilav yediğini sanan veteriner hekimler damdan yakalanan güvercinlerle yapılıyormuş.Bunu hayatta iken ben sorduğumda ilginç bir cevap almıştım Gürsoy’dan.Nurettin Gürsoy bana memuriyet sırasında eline geçen ücretle nasıl beş altı kişiyi de besleyebilirdim ki.Diyerek ilginç cevabı vermişti.Nurettin ağabeyle haftanın hemen hemen 3-4 gününü birlikte geçirdiğim için daha çok unutamayacağınız hikayeleri sizlere aktaracağım.

 

Bu kez iki maceracıdan bahsedeceğiz.Bunlardan biri Tevfik Türesin diğeri de Süreyya Astarcı.İki ortağın hayat hikayelerini ve Mudurnu tavukçuluk şirketini sizlere tanıtmaya çalışalım.

 

Şimdi tam Mudurnu Tavukçuluk şirketini ele alacak iken bir baktım Bolu Basınında Süreyya Astarcı ve Tevfik Türesin’in şirket ile ilgili açıklamaları, röportajları çıktı.Hem Ankara’da Mudurnu Tavukçuluk Şirketinin Maltepe’deki bürosunda her gidişimde patronlar tevfik Türesin ve Süreyya Astarcı ile mutfakta yediğimiz öğle yemeklerini unutmam,bir de İstanbul’da Uğur ve Oktay Türesin ile birlikte yurtdışından getirilen soslarla ahçıbaşının pişirdiği piliç çeşitlerini yiyerek yeni lezzetler bulmamızı da.

 

İstanbul’da Uğur ve Oktay’ın her zaman yanında oldum ve fikirlerimizi paylaşarak  çok güzel günler geçirdik.

 

Şimdi Bolu Gündem Gazetesinde gerek Tevfik Türesin’in,gerekse Süreyya Astarcı’nın yazılarını her iki işadamı da haksızlık yapmamak için aynen yayınlıyorum ve isterlerse diğer açıklamalarını da bekliyorum.Saygılarımla.Yer kısıtlılığından Süreyya Astarcı’nın hatıratını gelecek yazımızda ele alacağız.

 

Tevfik Türesin Ve Mudurnu Tavukçuluk…

Sayın Tevfik Türesin sizi tanıyabilir miyiz, sizin aileye “Çarşambalılar” deniliyor. Bu deyim nereden geliyor?

1936 yılında Mudurnu da doğdum. Kökenimiz çarşambalı. Daha önce Mudurnu nahiyesiydi, daha sonra Seben oldu. Bize Çarşambalılar denir. Benim babaannem Çarşambalı, yani Seben in Ustasofular köyünden. Onun haricinde bir dedemizde oradan Mudurnu ya içgüveysi gelmiş. Yani hem anne tarafından hem baba tarafından Çarşambalıyız. Dolayısıyla Çarşambalılar denir. Benim babamın adı Mustafa Türesin ama Çarşambalı Hafız diye geçerdi. Babam işadamıydı, kerestecilik, manifaturacılık yaptı, kundura tezgâhları vardı. Mudurnu ya yerleşmişler. Zaten Mudurnu yla Seben in farkı yok. At ile 5–6 saatlik yol. Çarşamba da yani Seben de iki manifatura dükkânımız vardı. Nallıhan da da vardı. Biz üç kardeşiz. Abim Mehmet Türesin, ablam Saime Türesin. 1951 de ortaokulu bitirdim. Mudurnu ortaokulunun ilk öğrencilerindenim. Süha Beyin babası Yusuf Ziya Alparslan benim baş hocamdı. Hatta ölmeden 1 sene önce Abant ta karşılaştık, görüştük. Hatıralarımızdan bahsettik.

 

Yusuf Ziya Hoca, matematik hocasıydı. Bende vasat bir talebeydim, pek ders çalışmazdım. 32 kişiydik, 6 kişi geçti ortaokul bitirmelerde. 6 kişinin içinde ben vardım. Birinci karne 1-2-3, 1-2-3… Böyle toto oynar gibi. O zaman ikinci karne yoktu. Bitirmelerde 1 ay sıkı çalıştım. Yüzde yüz kalacak diyorlardı hocalar ama direkt geçtim. Yusuf Ziya hocam geldi çekti beni bir kenara, “Sen kopya mı çektin” dedi.” Hiç tahmin etmiyorduk senin okulu bitireceğini”, dedi. Ardından 1952 de İstanbul Ziraat Lisesi ne gittik Halkalı ya. Orada 3 sene yatılı olarak okudum. Ziraat Lisesi o zaman 3 taneydi. İzmir de, Bursa da ve İstanbul da vardı. Çok kaliteli bir okuldu. Sonraki yıllarda çoğaltılınca dejenere oldu bu okullar. Bu okuldan mezun olanların tümü hayatlarında başarılı oldular. Şerafettin Erbayram da Bursa mezunudur. Şükrü Türker de bizim okuldan mezun. Okulu bitirdik, esas tavukçuluğa orada başladık. İstanbul daki okulda öğleye kadar kitap okurduk, öğleden sonra da uygulamalı eğitim görürdük. Ve tavukçuluk dersi vardı. Tavukçuluk da o zaman yeni gelişiyor. Legorin cinsi var, New Hampshire var.

 

Orada kuluçka makineleri vardı. Gazlı makinelere koyardık, gece arkadaşlarla nöbet tutardık. Gaz eksilir, çoğalır diye. İrfan Bey Amerika ya gitti, 2 sene kaldı. 2 sene sonra gelişte New Hampshire ırkı daha yeni çıktı. Hem et, hem de yumurta, kombine bir ırk. Türkiye de yok. Uçakta koliyle getirdi bunları. Biz bunu makinelere bastık. Oradan sanırım 220 civciv çıktı. Bunları büyüttük, geliştirdik. Türkiye de o zaman New Hampshire ırkını biz yetiştirdik. Hayvancılığa kafam yatıyordu. Orada peynir, süt, kaymak, tereyağı ve şarap bile yaptık. Uygulamaya yönelik bir eğitim aldık, İnek dahi sağdık. Ayamama Deresi diye bir yer vardı, biz ot biçerdik. Hep üretime yönelik eğitim aldık. Ziraat Mühendisleri gelirdi, onlara şu şöyle, bu böyle diye bilgi verirdik. Eğitim 3 yıl sürdü. Seben ve Mudurnu da manifatura dükkânlarımız vardı. Mudurnu da en zenginler içerisinde gösteriliyoruz.

 

Yok, ben memuriyete gireceğim, diyerek dükkânları ağabeyime bıraktım. Memuriyete girdim, 1964 te ziraat odası kuruldu. Biz ziraat odasında tabii üyeydik. O zaman Bolu da teknik ziraat müdürlüğü vardı. İlçelerde de ziraat teknisyenliği vardı. Ziraat teknisyeni olarak çalıştım. Bir ziraat odası kanunu çıktı, zirai işlerle uğraşılması lazım. 200 tane legorin, 200 tane aldım New Hampshire damızlık, Horozlu bunlar. Bunlardan çıkan yumurtalardan civciv çıkardık. Göynük e, Mudurnu ya, köylülere damızlık civciv dağıttık. Ericek in babasına Mahmut Abi ye ben veriyordum civcivlerini. 1967 de ziraat odası bırakalım bu tavukçuluğu dedi. Ben o tavukları satın aldım. Tavuk çok kıyametli, Beyaz ete devam etmeye karar verdim. O zaman hy-line ırkı çıktı, yumurta tavuğu. Dedim ki, broilere başlayayım. O arada sene 1969 du. Radyocu Selahattin var. Onunla iyi konuşuruz. Süreyya Astarcı da vardı. Onlara dedim ki, “Sizde bu işe girin. İyi para kazanılıyor. Beraber yapalım.” Düşünüp taşındılar, “Olur” dediler. Selahattin Ağabey, Süreyya Bey ve ben ortaklık kurduk. Ziraat odası tavukları sattıktan sonra boşalan bir yer vardı. Orayı kiraladık. İzmir den gittim. Giderken hava çok iyiydi, güllük gülistanlık. Dönerken Kızılcahamam a geldik, bir kar başladı. İki silindirli uyduruk bir arabayla gitmiştik. Bolu ya geldik, Mudurnu yolu kapalı, dediler. 2 bin ya da 3 bin tane hayvan var. İnsan bile donar. Kapalı olsa da ben gideceğim dedim. Kapalı olan bölgeye geldim. Araba hafif olduğu için gazda sıkışmış soğuktan. Araba batmadan yüze yüze Tepe Karakolu nu geçtik. 200 tane ölü çıktı, eğer bu işi bilmesem yarısı giderdi.

 

Kümeste daha evvel yumurta tavuğu olduğu için oradan bulaşan mikropla tavuklarımız hasta oldu. Ortaklardan Selahattin Ağabey de bu nedenle rahatsızlandı. Ortaklar bozuk çalmaya başladı ve ortaklık bozuldu. Ama hiç zarar etmeden ayrıldık. Yumurta satmaya devam ediyorum. Ereğli den yumurta almak için geliyorlar. Ben köylerden yumurta topluyorum bu arada. Verdiğim tavukların yumurtalarını topluyorum. Haftada 30-40 bin yumurta topluyordum. Ereğli den bir toptancı gelip alıyordu. Bir kısmını da ben Ankara ya satıyordum. Ben 50 kuruşa Ankara da satıyordum. Bana “Aptal mısın, bu fiyata satılır mı?” diyorlar. Diyordum ki, “Ben Ankara yı öğreneceğim.” O arada ufak tefek broilerde yapıyorum. Ben işi geliştirdikçe etrafa da yayım yapıyorum. Diyordum ki, “Şu kadar tavuktan şu kadar kazandım. Sen de yap. Sen de yap.” diye diye1970 yılında 6-7 kişiyi inandırdım. Onlara da kendi kümesim gibi baktım, ilgilendim.

 

Sene 1973. Yine Ankara ya gidiyorum işler için Fazlı Kul a. Birgün bir baktım Süreyya bakkaliye yaptığı için Ford kamyonu vardı. 2 tonluk. Onunla kafesleri yüklemiş tavuk yüklüyor. “Hayrola” dedim, “Hani sen tavukçuluk yapmayacaktın?” dedim “Ağabey bugün hususi geldim, ben seninle yeniden ortak olmak istiyorum.” dedi bana. Öyle deyince, “Selahattin Ağabey, sen ve ben üç ortaktık. Şimdi Selahattin Abi yi bırakıp nasıl ortak olacağız?” dedim. Ondan sonra bana dedi ki, “O zaten istemiyordu.” Sonra Selahattin Abi ye gittik. Yeniden ortaklık yapmak istediğimizi söyledik. “Sende yeniden ortak olur musun? dedim. Olmam deyince, ben Süreyya yla yeniden ortaklığa başladık. Ama ortak olurken benim kurulu düzenim var. Yumurta işim var, pazarım var, ayda 7 bin broiler çıkarıyorum, 20 kişiyle çalışıyorum. Bir binek arabam var, birde minibüsüm var ayrıca. Ekipmanım var, hayvanım var. Benden bu kadar şey varken, “Nasıl ortak olacağız? Bize bir minibüs yetmiyor. Sen bir kamyon alırsan, AS 600 ler çıktı o zaman, ortak olalım” dedim. “Tamam” dedi. Ama araba bir hafta oldu gelmedi. Sonradan dedi ki, “Babam razı olmuyor, AS 200 alalım.” O zaman dedim, ortaklığı ayırıyoruz. Bunun üzerine gitti, ertesi gün kamyon çekildi. Ve ortaklık öyle başladı.

 

Ben o zaman hala devlet memuruydum. Görevime devam ettim. 1974 te kesimhane kurduk. Kesimhane de çalışacak adamları Süreyya gider bakkal dükkânını çalıştırırdı. Hafta da 3 gün de kesim yapardık.

 

Sizin memuriyetinize ticaretin zararı olmadı mı?

 

O arada beni ticaret yapıyor, diye beni kaymakama valiye şikâyet etmişler. O zamanda teknik eleman olduğumuz için kaymakam vali bize pek fazla karışamaz. Konu teknik ziraat müdürlüğüne intikal ediyor. Teknik ziraat müdürü de Şadan Bey. Bir gün telefon etti, “Mudurnu ya geliyorum” dedi. “Öğlen Meram a gideceğim, bütün memurlarda oraya gelsin” diye söyledi. 6 tane teknik elemanız, hepimize ne yaptığımızı sordu. Herkes bir şeyler söyledi, bana sorunca da bende, “Akşam İzmir den 5 bin tane civciv geldi, onların yerleştirdim. Sabaha kadar da başında bekledim.” dedim. Diğerlerine doğru konuşarak, “Bakın arkadaşınız nasıl çalışıyor? Görüyor musunuz? Siz memur musunuz, ziraatçı mısınız? Bir de böyle adamı şikayet ediyorsunuz, öyle mi?” dedi. “Bundan sonra Tevfik in kılına dokunana ben dokunurum, ona göre ayağınızı denk alın.” dedi. Bu söz üzerine hepsi mosmor oldular.

 

Tabii, ondan sonra rahatladım. Önümüz açıldı. Eğer Şadan Bey bu operasyonu yapmasaydı, tavukçuluk ölmüştü. Ondan sonra daha rahat çalıştım. Baktık büyüyoruz. Pazarlama da sıkıntılar başladı, dedim pazarlamayı kendimiz yapacağız. Ankara ya bir dükkân açalım dedim. 1976 da Ankara Maltepe ye dükkân açtık. Dükkanı açtım açtığımız gün istifa ettim.Akşam hayvanları kesiyorlardı, o zaman kutu falan yok. Önüne bir demir arkaya bir demir. Gece boşaltırdım. Sabah gelirdim mesaiye. Bu şekilde günlerce aylarca uyumadan günde bazen 18 saat çalışmakla, bazen ardı ardına 36 saat çalışarak istifa edinceye kadar bu işi yürüttüm. Bugüne bugün Süreyya Bey bir kere araba şoförü olarak gelmedi. Bir tavuk sepetinin üzerinden tutmadı. Bir sıkıntıya geldi mi onun bir hastalığı vardı bağırsaklarından yatardı. Pazarlamayı ele alınca o sıra Ankara da Gima Marketleri vardı.Ben hemen Gimaları bağladım. O zaman 18 di sonradan 26 ya çıktı. Onlara bizzat servis yapıyorum. Tavukları naylon poşetlere koyuyoruz. Gazetelere reklâm veriyorum bir taraftan. Böyle tanıttık kendimizi. Biz o esnada belediye mezbahanesinde tavuğu kesiyorduk. Tamburlu yolma ve haşlamayla. Bir işçim vardı Hasan Duman. Bir günde eliyle 400 tavuğu yolardı. Öyle bir ustalığı vardı. On kişinin yolduğu 600 tane. O tek başına 400 tane. Mesela bir gün tavuk kesmiyoruz. Hasan Duman ı Süreyya Bey gider dükkânında çalıştırırdı

 

1974-75 yıllarında kurduk biz eski kesimhaneyi.Tavukçulukta yatırımları durdurmak, üretimi ve pazarı stabil tutmak beraberinde iflası getirir.Hani bisiklete binen birinin sürekli tempoyu arttırarak pedal çevirmesi gibi dolayısı ile tavukçuluk sektörünün ne yatırımı biter ne üretim planlamaları kesimhane yem fabrikasını, yem fabrikası kuluçkahaneyi, kuluçkahane üretimi doğurarak gider.Firma, ama öz kaynakla ama değişik finansman şekilleri ile yürür. Devlet yasal düzenlemeleri yapar .Tavukçuluk fuarlarında kurdele keser yani dışardan gazel atar bütün yük organizasyonu yürüten kişilerin üreticilerin ve emekçilerin sırtında dır.işte bu bağlamda Tevfik Bey kendisi farkında olsa da olmasa da gelecekte firmasını bekleyen büyük yatırımlar vardır.Ya büyüyeceksiniz ya da bu kadarı bana yeter deyip olduğunuz yerde kalıp bir müddet sonra batacak-sınız.Oyunun kuralı budur.İşte Tevfik Bey i bekleyende kesimhaneden sonra yem fabrikasıdır. Yem fabrikasının yapılış hikâyesini Tevfik Bey den dinleyelim.

 

Hacı Yusuf a gelelim. (Hacı Yusuf Yar bir süre önce hayat hikâyesini anlattığımız Bolvit yem fabrikasının sahibi) Hacı Yusuf tan yemi alıyoruz. Ankara da Et Balık a giden kasaplar dönüşte bizim dükkâna kuyruğa girerlerdi. İyi mal satıyoruz. Daha sonra Hacı Yusuf demez mi, “Ürettiğiniz tavukları bana vereceksiniz. Yoksa size yem vermeyeceğim.” Tavukları istiyor. Eee, yem fabrikası yapmamız farz oldu. Ama para yok. Sene 1978, hemen Ziraat Bankası na gittim. Hayatım oradan al, buraya ver, şeklinde para toplamakla geçti. Ziraat Bankası na projemi anlattım. Bankadan onay aldım. “Başlayın, biz gelip bakacağız” dediler. Fabrikanın yapıldığını bu arada Hacı Yusuf duymadı. Duysa zaten yemi keser. Bir gün Göynük e gitmiş, dönüştü uğradı. Geldi her zamanki gibi, şu inşaat ne diye sordu. Ben yem fabrikası deyince, “Nasıl yaparsın?” dedi. Bende “Sen tavukları ben alacağım diyorsun. Oysa bizim Ankara da pazarımız var” dedim. O da “Artık size yem yok” dedi. Hemen Hangry Benazus u aradım. Bize haftada 60 ton yem. Yem işini böyle ayarladık. İzmir den yem geliyor. Bankadan heyet geldi baktı, fabrika bitmiş.

 

Yok alamadık. Sordum, ne oldu bizim kredi? “Siz fabrikayı bitirmişsiniz, sizin krediye ihtiyacınız yok” dediler. Nasıl olur, işe başladıktan sonra harcamaları faturalandırdık. Verin kredi dedik. Yok, hayır vermem dediler. Burada komünist bir adam vardı. Kooperatif olsaydınız belki verirdim, dedi.

 

Fabrika 7 milyona çıktı. İflas ediyoruz. Çark dönmüyor. O sıra rahmetli Rahmi Arıkan var. O Halk Bankası nda yönetimdeydi. İsmet Alver de Ziraat Bankası genel müdür muaviniydi. Zirai kredilere bakıyordu. Ziraat Bankası ndan aldılar, sonradan Halk Bankası na genel müdür oldu. Hemen Rahmi Abi ye gittim durumu anlattım, yanımıza hatta Selahattin Baysal ı da aldık. Mudurnu Tavukçuluk un kuruluşunda bütün Mudurnu Halkı, bütün çalışanları, Tankut Bey, memurlar, halk bütünleşti. Sadece benim emeğimle bu iş olmazdı. Dedim bir hafta içinde bunun çıkması lazım. Yoksa bu kadar emek boşa gidecek. Peki, dedi. İsmet Beyle görüştü beni de çağırdı. Mudurnu da da Halk Bankası var o zaman. Yeni kuruldu. Ondan bir hafta sonra 5 milyon kredi çıktı. Kurtulduk.

 

Fabrikayı kurduk ama neyle kurduk. Tevfik Türesin uğraşmasa fabrika mı kurulurdu? Ortalık toz duman olurdu. Yem fabrikası yapıldıktan sonra işin çehresi iyice değişti. 1981 de Et Balık la da çalışıyoruz. Oradan avans alıyoruz. Aldığım avans paralarla tırları aldık. 1981 de Humeyni iktidar oldu, İslami kesim diye heveslendim ve İran a gittim. İran a giderken Özal, Başbakanlık müsteşarı ve Başbakan yardımcısı. Ona gittim anlattım, iyi görüşüyordum o zaman. Oranın büyükelçisine gereken kolaylığın yapılmasını rica ederim şeklinde bir mektup yazdı. Altını da imzaladı. Aldım cebime koydum gittim İran a. Çok iyi karşılandım. İran Ticaret Bakanlığı ndan randevu aldı bana. Gittik, bir tane de tercüman bulduk. Daha Tankut Bey yok o zaman. Orada edindiğimiz bilgilere göre, bize tragomofik araba lazım. Araba bozulursa yolda tavuklar bozulur. Birde firogorofik araba lazım. İran dan Ankara ya geldik, oradan doğru Stockholm a gittim. Vabislerle görüştüm anlaşmaları yaptım. Siparişleri verdim. Geldim Fransa ya karton kutu örnekleri aldım. Tırları aldık ama dorseleri yok. En iyisi nerde var Amerika da Dorsey de. Oradan onları aldık. Onu da yine Yapı Kredi den teminat mektubu aldık. Onu da öyle hallettim. Ve 83 yılında 3 bin ton İran a bağlantı yaptım. Bin 500 tonu ben, bin tonu et balık, 500 tonu da Yupi. Henry Bey daha sonra vazgeçti.

 

“Ben veremeyeceğim” dedi. Henry Bey’inkini de ben üstlendim. Kaldı şimdi bin ton Et Balık a. Diyorlar ki, Et Balık a ortak ol Tevfik Türesin. Ben zaten kendimle uğraşıyorum, bir de Et Balık çıkıyor. 3 bin ton o dönem için çok büyük bir rakam. Böyle bir imkan yok o zaman. Tam Et Balık ı yoluna koyduk, hayvanları da bağladık, Et Balık ın şok tüneli göçmez mi… O zaman Et Balık müdürlüğe Rafet Yavuz vekaleten bakıyor. “Yapacak bir şey yok Tevfik. Şimdi ben bunu 15 gün ihaleye çıkaracağım.” dedi. 2 ay süre verdi. Dedik biz yandık. “Sen bana izin veriyor musun? Ben bunu 3 günde yapacağım. Yeter ki bana izin ver.” dedim. “Cuma başlayıp pazartesi sana teslim edeceğim” dedim. Mudurnu dan getirdim ustaları. Bir buçuk günde işler bitti, bir buçuk günde de kurudu. Pazartesi gittim genel müdüre, “Gel gidelim seninle Sincan a. Buzhane işi bitti.” dedim. Görünce şaşırdılar. Beni Et Balık ta tanırlardı ve beni oranın adamı sanırlardı. Tabii, o zaman Et Balık Kurumu ortağı diye laf çıkaranlarda oldu. 3 bin tonun 2 binini biz, bin tonunu da Et Balık yaptı. İlk ihracat, kendi tırlarımızla gitti. Havalı Kadir gidiş geliş 2 günde döndü. Şoförlerde de heyecan var o zaman.Yine Özal la Irak a gittik. Yine Özal la Kuveyt e gittik. İlk gidişimde Irak ı bağlayamadım ama Kuvet i bin 500 ton bağladım. Ardından Bahreyn i 2 bin ton bağladım. Daha sonra bin 500 ton Irak ı bağladım. Suudi Arabistan ı 700 ton bağladım. Derken organizasyon patladı.

 

Yüzde 10-20 ihracat olması lazım. Tavukçulukta bu sigortadır. Hep ben gönderiyorum, hep ben zarar ediyorum. Destek yok. Avrupa yla rekabet etmek kolay mı? Teşvik primi yok.

 

İş geliştikten sonra adı şirketten anonim şirketi olalım diye karar aldık. Yüzde 50-50 ortağız ama birde 3 üncü bir kişi lazım. Muzaffer de bizim kayınbirader de o zaman Mudurnu da çalışıyor. Süreyya nın sağ kolu benim değil. Muzaffer olur mu dedim, olur dedi. Yarım hisse ona verdik böylece. 49,75 benim, 49,75 hissede Süreyya nın. 15 gün sonra şirket kuruldu. Senai Bey de (yem fabrikası müdürü) bunu duymuş “Ben çalışmayacağım” dedi. Daha evvel de kendi kayınbiraderi “Hulusi Patoğlu olsun” dedi. “Olmaz” dedim. Senai Bey bak darılıyor, diye ona olur dedim. Yarım da ona verdik. O yarımın yüzde 0,25 ini ben, diğer 0,25 ini de Süreyya Bey verdi. 1987 de Vehbi Koç Abant a gelmiş. Cuma namazı içinde Mudurnu ya geldi. Bize de geleceğini bildirdi. Saatte 4 binlik kesimhaneyi de yeni kurduk. Koç a gezdirdik. Hayran kaldı. “Bu kırsal bölgede böyle bir tesis kurmuşsunuz. Ben Maret e bir dünya para verdim. Burası Maret kadar var. Sizi tebrik ederim. Ama bu eserin çevreye faydalı olması için ne karılarınızın ne de çocuklarınızın sözüne bakmayın.” dedi. O sırada da Mustafa Astarcı üniversiteyi bitirdi. Onların üniversite masraflarını da biz ödedik. Şirket ödedi. Bitirdikten sonra işleri karıştırmaya başladı.

 

O sandı ki beni şikayet ettiler. Fabrikaya geldi orada gördüm ben Koç u. Daha sonra hep ağabey diyen Süreyya Bey, yan çizmeye başladı. 88 in Mayıs ında genel kurul var. O arada yine sıkıntı var. Bize para lazım. Bankacı tanıdıklarım var. Aradım yardımcı olalım dediler ama ekspertiss yapılması lazım dediler. Ekspertizi yolladık. Ekspertiz bankadan Nuri Bey gitti. Ertesi gün geldi. “Tespitleri yaptınız mı?” dedim. O da, “Ağabey yok ama size kötü bir haberim var. Süreyya Bey Senai Bey in hisselerini almış” dedi. Bedava verdiğimiz hisselere Süreyya Bey yüksek miktarda para vermiş. Hisseleri Şubat ayında satmışlar haberimiz yok. Hemen Senai yi aradım, “Böyle bir şey var mı?” diye sordum. “Evet, ağabey, sizi arayacaktım ama korktum.” dedi. “Yahu sen bu hisseleri sattın da bana niye haber vermiyorsun. Sana o hisseleri ben vermedim mi?” dedim. “Kaça sattın?” diye sordum. O da söyledi. “Ya ne yaptın? Ben sana Süreyya nın verdiğinin 10 misli misini verdim. Sen neden aldandın? Neyse seni bak Oktay, Uğur bir ağabey gibi sever, sen bu akşam bir daha düşün. Bana yarın haber ver.” dedim. Senai Bey i Dedeman a hapsetmişler, kapıya da iki kişi dikmişler. Ertesi gün geldim yazıhaneye.

 

Ticaret kanunlarını karıştırıyorum, bir açık bulabilir miyim, diye. Orada, “Hisse satışları yönetim kurulundan geçmedikçe kabul edilmez.” diye bir madde buldum, rahatladım. Ama adam hisselerini temsil etmeye diye vekalet vermiş. O zaman ne olacak? Şirketi yüzde 50-50 ye kilitleyecek. Şirketi kayyuma teslim edecek. Feleğim şaşırdı şimdi. Sonradan düzeltiriz ama genel kurul benim için önemli. Hiç uyumadım. Sabah yazıhanede düşünürken, telefon çaldı. “Abi ben Senai. Oktay ve Uğur u çok seviyorum. Ben hisseleri size vereceğim” dedi. “Tamam, teşekkürler.” Dedim. Neredesin diye sorduğumda, “Dedeman Otel deyim ama göz hapsindeyim.” dedi. Genel kurul Turgutreis te. Genel kurul pazartesi bu olay cumartesi oluyor. Oktay la Dedeman a doğru gittik. Otel yakının da bir kişi önde koşuyor, iki kişi de arkadan onu kovalıyor. Bir baktım koşturulan Senai. Hemen attık arabaya Senai yi oradan kaçırdık. Resmen sinema filmi gibi. Altındağ noterini çağırdım. İşlemler için. Aradığımız noter hepimizi tanıyor. Tutmuş benim telefondan sonra Süreyya Bey e telefon etmiş. Tankut un evi Süreyya Bey in evi yan yana. Aradığımız noterin evi de bizim bir alt sokağımızda. Notere giderken Süreyya Bey e söylüyor. Onu da Tankut un karısı duyuyor. Ardından Tankut durumu öğrenip, aracındaki mobil telefondan beni arıyor ve “Abi noterle Süreyya bey konuştu. Süreyya Bey apar topar inip noterle gidiyorlar.” dedi. Çubuk a notere gittik. Noter kapatmış, pazartesi gelin yaparız, dedi. Ardından Elmadağ a geldik, olmadı. Sonra Kırıkkale ye geldik, orada açtıramadık. Keskin de Nizamettin Abi nin oğlu var. Adı Ömer. Ömer i aradım. Durumu anlattım, “Abi emrin olur” dedi. Notere gittik. Genel kurulda kilitlemek için vekalet verdirtmiş Süreyya. Böylelikle genel kurulda Senai yi Süreyya Bey temsil edecek.Yüzde 50-50 ye kilitleyecek. Ben dedim, şimdi bu Senai yi arar. Hacettepe de Mehmet Ali var. Genel sekreterlikte. Dedim bir hastam var. Bunun acil yatması lazım. 3 gün hastanede kalacak. Hastaneye yatırdım. Otele falan koysam hemen bulacaklar. Geldik genel kurula. Ben yıpranmışım. Hükümet komiseri geldi Süreyya ya soruyor, yönetim kurulu başkanı kim? Ben de benim dedim. Ardından yoklama yapıldı. Senai Gökçe deyince hemen çıkardım noterden vekaleti… Dedim oyunu ben kullanacağım. Ben çıkarıp vekaleti gösterince bunlar şaşırdı. Onlarda kendilerinde olduğunu düşünüyorlar. Bir vekalet Şubat ayında alınmış, benimki de yeni tarihli. Komiserde şaşırdı. Bunlar bağırdılar, çağırdılar. Olmaz dediler. Ticaret Bakanlığı na bir soru soruldu, son tarihli olan geçerli. Ben aldım dilekçeyi elime. Ben bir önerge verdim. Tevfik Türesin, Muzaffer Resne, Uğur Türesin. Şimdi onlar iyot gibi açıkta kaldılar. Onlardan yönetime kimse girmedi. Bana sonradan gelenler oldu. Ayrılmayın diye sözler söylediler. Dedim, özür dilesinler benden. Geldiler özür dilediler. Sonra ben jest olsun diye Süreyya Beyi yönetim kurulu başkanı yaptım.

 

1991 de milletvekili oldum ama güzel çalışılıyor. Bir sıkıntı yok. Ne zaman milletvekili adaylığına soyundum arkamdan kazanamaz diye laflar söylemiş. Düşünün bunu diyen ortağım. Bir gün olsun benim milletvekilliğim için uğraşmadı. Milletvekili seçildik ev kaynadı kalabalıktan. Süreyya yok. Süreyya yine hasta olmuş. O zaman Süreyya ile koptuk.

 

Resmen de 1995 te ayrıldık. Sene 95, 15 senede hisselerde hakimiyet bende olmasına rağmen onun yüzde 50 hakkını korudum. Kimse yapmaz bunu. İsteseydim on defa onu sıfıra indirirdim. Sermaye artırımı yaparak. Bir kere sermaye artırımı yapacağız. 65 milyon yatırması lazım. Bu parayı yatıracak mısınız? diye Mustafa ya sordum. O da paramız yok dedi. Ya o zaman hisseniz 24 e iner dedim. Bir hafta sonrada genel kurul var. Bunun hisseleri aşağı çekilince ben vicdan azabı çekerim. Koç a satmaya çalıştılar. Onun vereceği fiyata onun hisselerini alayım dedim. Alacağım ama para yok. Borsaya açılacam. Satarım ama o fiyata olmaz dedi.Şimdi Gentaş ın Yönetim Kurlu Başkanı Ahmet Kahraman girdi araya anlaştık.Ayrıca mülk aldı, İstanbul da dükkan, Bolu da apartman. Salıpazarı nda 5 bin dönüm arsa var onu aldı.

 

Toplam miktarı bir söyleseniz hisseleri ne kadar aldınız?

 

Vallaha her şey dâhil. Toplam yirmi milyon doları buldu.5 milyon dolarda öyle aldı. Birde ceketi aldım çıktım diyor. 15 milyon dolar aldı 1995 yılında. O zaman faizler yüzde 80-90 larda. O zaman Mastaş ı aldı Gentaş. Ahmet kahraman a gittim, dedim bu bir iş sahibi olmasa sağa sola sataşır. Onda para var, sizinde paraya ihtiyacınız var. Ona hisse verin dedim. Dediler, 50 milyonunu versin bana yüzde 40 ını alsın Mastaş ın dedi. Aldık başına geçirdik.6 ay sonra Kahraman hesaplara bir bakıyor 80 milyar zarar. Tevfik Türesin değil ki 23 sene kahrını çeksin. Ondan sonra onu yönetimden aldılar. Onu oraya ortak yapmıştım.

 

Herkes Mudurnu Tavukçuluk un batışını, Oktay ve Uğur un aşırı lüks yaşam tarzına bağlıyor.

 

O devede kulak.99 yılında Ecevit iktidara gelince hükümet programında faizleri yüzde 50 nin üzerine çıkarmayacağız, doları da 900 liradan yukarı çıkarmayacağız diye taahüdü var. Biz bu vaade göre kapasiteyi yüzde 100 arttırdık. Bizim o denli bir kredimiz vardı ki, Ziraat Bankası yüzde 55 le kredi verirken, biz yüzde 35 le spot kredi bulduk ve üstelikte özel bankalardan. 10 milyon işletme sermayesi, 7 milyon hayvan vardı devrede günde 150 bin kesiyorduk. Ancak sonradan anladım ki o arada birde başımıza sabotaj gelmiş.

 

Kapasiteyi yükselttik ya bir de ismi lazım değil yem fabrikasına danışman aldım. Adam benden habersiz yem fabrikasında rasyoları değiştirmiş.

 

Rasyon yem fabrikaların da kullanılan formülasyonlara denir. Adam dediğim gibi rasyoları değiştirmiş.Başladı hayvanlar yem atmaya yani hayvanlar yedikleri yemi sindiremiyorlar.Olduğu gibi dışarıya atıyorlar bu böyle üç ay sürdü.Bu üretim sahasında ½ oranında kilo kaybına sebebiyet verdi.Hayvanlar zayıfladı yüz günde inanamayacaksınız yüz günde üretim sahasında otuz sekiz milyon zarar ettim.Bizi bu da yıkmazdı.Kasım 2001 de yüzde otuz beşle kullandığımız faizler birden bire yüzde yedi yüze çıkmaz mı, hatta yüzde bin ondan sonra yapacak bir şey yok ki biz yem fabrikasında uğradığımız sabotajın ve Ecevit in kurbanıyız.Devletin sözüne güvendik.Oktayla Uğurun yediği ne ki..

 

O ara Süreyya işçileri üzerimize kışkırttı. Para olsa neden vermeyeyim. Astarcı yardımcı olacak ama Türesin ler istemiyor diye yaygaralar çıkarttı. Ben buna inanıp karşıma gelen kişilere dedim ki, Süreyya burayı 100 bin kesimle çalıştırabileceği sözünü versin ben burayı tek kuruş almadan teslim edeceğim. Bunu söylediğim kişiler sonra gittiler konuştular, ama yanaşmamış bu defada. Hani yardımcı olacaktı?

 

Ben öyle işlerle uğraşmam artık diye geri çevirmiş. Biz kredi arıyoruz. İş Bankası kredi verecekti. Koç la konuştum. Maret e telefon etti, Mudurnu yu bünyenize alın diye. Mustafa İş Bankası na gitti, Maret e gitti işleri bozdu. AK Parti yardımcı olacaktı. Başbakan Erdoğan eski Maliye Bakanı Unakıtan a talimat verdi. Kredi verin Mudurnu yu kurtarın dedi. İçeride casusları var. Milletvekillerine, bunlar kumar oynar, karı kızla yerler, içki içerler diye paraya yazık diye kışkırtmışlar. Sıkıştırınca Yüksel Bey ağzından kaçırdı. Mudurnu on senedir sıkıntı içinde. İnşallah Zuhal Bey bu işi becerir. On sene Mudurnu yu bu duruma getiren odur. Herkes mağdur, esnaf mağdur, köylüler göç ediyor. Mudurnu nüfusu 7 bindi, düştü 3500 e. Köylerin nüfusu 28 bindi, düştü 20 bine. Tam 5 bin aileye bakıyordum. Bu işi çözmemizi engelleyen Süreyya Astarcı. 2,200 işçim vardı, hiçbir işçimin bir gün sigortasını yatırmamazlık yapmadım. İşçi 1 günde çalışsa yatırmışımdır. 96 da iflas dairesi satışa çıkardı. İlhan Çetinkaya alacak dediler. O yapar diye bedava almasına itiraz etmedim. Mudurnuludur dedim. Neden etmedim. İşçi saldırıyor ya üzerime sırf işçi parasını alsın diye itiraz etmedim. Bu paranın 5 buçuk trilyonu işçilere gitti. İşçiler paralarını faiziyle aldılar. Hep ilkleri biz yaptık.

 

Tavuğu parçalamayı biz başlattık. İleri işlemeyi biz yaptık. Beypi ye, Ali Ericek e ben yardımcı oldum. Banvit e 15 gün kurs verdim. Keskinoğlu na kurs verdim. Tavukçuluğun ilerlemesi için elimden geldiğince herkese yardımcı oldum. Ama ben zor duruma düşünce hiçbirisi bir alo demedi. Bir tek Bolu dan Süha geldi.” Abi yapacağımız bir şey var mı diye? “10 gün beraber çalıştık. Şirketleri masaya yatırdık. Artık kurtuluş imkânı kalmamıştı teslim olduk.

 

Siz şimdi ne yapıyorsunuz Oktay la, Uğur ne yapıyor çok merak ediyoruz.Koca koca tesislerden geriye ne kaldı?

 

Bizim üzerimizde herhangi bir mal varlığı yok. İki oğlum bazı şirketlerde danışman olarak çalışıyorlar. Gelirleri oralardan ben ise biliyorsunuz milletvekili emeklisiyim. Milletvekili emekli maaşı ile yaşıyorum. Hemen kıyak emeklilik demeyin, biz ticari yaşamımız bitse de eşimiz dostumuz çevremiz olan insanız. Sosyal yaşamımız bulunduğumuz ortamda bu maaşla idare ediyoruz.

 

(Katkıları nedeniyle Çiftlik Dergisi Bolu bürosu Temsilcisi Aydın Özpelit ve Zeki Ercivan-Bolu Gündem gazetesine teşekkür ederim)


Türk Tavukçuluk Tarihi Bölüm: 6

$
0
0

ŞİMDİ SÖZ SIRASI MUDURNU TAVUKÇULUK

ŞİRKETİNİN ORTAĞI SÜREYYA ASTARCI’DA 

 

Erkan KONURALP

BÖLÜM  6

 

(Fotograflar Çiftlik Dergisi arşivinden alınmıştır.)

 

Bugün Türkiye’nin neresine giderseniz gidin “Mudurnu” deyince hemen tanırlar, bilirler… Mudurnu Bolu’nun tarihi bir ilçesidir, Son yıllarda İpek Yolu Festivali, restore edilen evleri ile ismini duyurmaktaysa da Mudurnu’yu asıl ülkeye tanıtan Mudurnu Tavukçuluktur. Bir ilçeden bir marka yaratan Mudurnu Tavukçuluktur. Hatta Mudurnu markasının değeri, tesisler el değiştirirken neredeyse gayrimenkullerinin değerine yakın fiyata satılmıştır. İşte ülkeye böylesine önemli bir marka kazandıran köyleri ve Bolu’nun ilçeleriyle birlikte bir zamanlar muhteşem istihdam sağlayan ve katma değer üreten Mudurnu Tavukçuluğu sahiplerinden Süreyya Astarcı bilinmeyenleri aydınlattı. Süreyya Astarcı, ortağı Tevfik Türesin le beraber uzun yıllar önce başladıkları tavukçuluk serüvenin hikâyesini ayrıntıları ile dile getirdi.

 

Süreyya Astarcı Kimdir ?

 

Ben Mudurnu da ticaret yapan bir ailenin çocuğuyum. İlkokuldan sonra ticarete başlayacağım diye şartlandırmıştım kendimi. Dükkânda çalışmaya başlamanın planlarını yapıyordum. Öyle bir dükkândı ki işyerimiz çividen tutun şekere basmadan nalına kadar her şey vardı. Okuyamadım ama benim yetiştiğim yer Sultanhamamı ve Tahtakale. Ben buralarda ticareti öğrendim. Askerden geldiğim hafta işimi büyütmeye başladım ve toptan bakkaliye işine başladım. Mudurnu’ya Fruko ve Pepsi’yi ilk ben getirdim. Bolu’da İlyas Karamanlı vardı oda Pepsi bayisiydi. Bende onun kadar mal satıyorum; ancak ben Mudurnu da sattığım için ve Mudurnu ilçe olduğu için beni onun sorumluluğu altına verdiler. Bu kez de ondan mal alacağım diye çok büyük mücadeleler verdim. Dedim ki büyümek lazım kendi kendime. Kolay değildi kabuğumu kırmak ama başarmalıydım. Bolu Belediyesi Muhasebe Müdürü Yavuz Kınacı’nın desteğini alarak bir depo bulduk. Oraya dükkân açma kararı verdim. Ama oraya istediğim dükkânı bir türlü açamadım.

 

Ancak o arada da tavukçuluk macerası da başladı. Yem kimyevi gübreyi Mudurnu ya ilk ben getirdim. Aynı zamanda süt yemi civciv yemi satıyorum. Daha broilercilik yok. Bu anlattıklarım 1965 yılında oluyor. Tevfik Türesin Bey evinin bahçesinde ufak çaplı yumurta tavukçuluğuna başladı, bende ona yem veriyorum. Tevfik Bey, benim aynı zamanda ürünlerimini reklamını gezdiği yerlerde yapıyordu. Ziraat teknisyeni olduğu için ticaret yapamıyordu, Onun için zirai ilaçları da ben satıyordum. Tavukçuluğa yemcilikten başladım. Adapazarı’nda üretim yapan devlete ait yem fabrikasının bayiliğini aldım.

 

Radyocu Selahattin ve ben üçümüz birlikte otururken, Tevfik Bey bize kümes yapalım önerisinde bulundu.

 

Aylığı 120 Lira kira ile ziraat odasının hayvan ahırı vardı askerlik şubesinin kenarında orayı kiraladım. Oraya broiler civcivi lazım ve İzmir’den bulduk. Ben burada kümesi hazırlarken Tevfik Bey ve rahmetli Selahattin Ağabey civcivleri İzmir’e almaya gittiler. Üç bin civciv almışlar; ancak gelirken civcivlerin ikiyüzü telef olmuş. Neyse tavukları kümese yerleştirdik. O dönem şimdiki gibi aşılama da yok. Tavuklar hastalandı ardından Selahattin Ağabey de hastalandı. Eyvah dedik. Hayvanlar koksidiyoz (ishal) oldu.

 

Neyse biz o devreyi efa cefa çıkardık. Canlı olarak tavukları Ankara ya götürüp Ankara’nın tanınmış tavukçusu Fazlı Kul’a sattık. Zarar etmedik o devreden ancak karda etmedik. Tavukçuluğun tüm sermayesi de dükkânın parası. Biz paraları tavuk işi için bol bol kullandık. Sattığımız tavukların parasını bir süre alamasak da kısa zaman sonra alabildik.

 

Ben ardından tavukçuluğu bırakıp bakkaliye’ye ağırlık verdim. Bolu’dan kırk iki iyi müşterim vardı. Ve diğer bakkallara duman attıracak kapasiteye ulaştım. Büyük firmaları dize getirmeyi başardım. Bu arada Tevfik Bey hala memuriyete devam ediyordu. Selahattin ağabey dükkâna döndü. Tavuk işindeyken de devam etti. Ben bakkalcılığa devam ederken Belediye Başkanı Selahattin Baysal’ın kümesi var. Tevfik yumurtacılığa yöneldi ve bunu piyasada satıyor. Ancak Belediye Başkanı Baysal satamadığı için tavuklar elinde kalmış ve bana rica ettiler satmam için, o zamanlar Ankara’nın en eski tavukçusu var. Fazlı Kul’a gittim ve bu ürünleri almalarını teklif ettim. Daha sonra Çepni köyünden biri daha benim tavukları satıverin dedi.

 

Evet, bir baktık biz ıskarta tavukları haftada bir gün Ankara ya götürüp satmaya başlamışız. Ve bu esnada broilercilikte bir hayli canlandı ve o dönemin en büyük ismi ve modern Türk tavukçuluk sektörünün emekçisi İzmir’li Henry Benazus. O arada 60 ihtilalin de emekli olan subaylar da tavukçuluğa başladılar. Ve Henry’i bile zorlar duruma geldiler. Ondan sonra Tevfik bana geldi ve tavukçuluğa yeniden başlamayı ve ortak olmayı teklif etti. Kendisine radyocu Selahattin ile görüşmeden onun da rızasını almadan ortaklık yapamayacağımızı söyledim. Ancak Selahattin ağabey en sıkıntılı anımızda bizi bırakmıştı. Neyse Selahattin Abiye gittik ve “Biz yeniden tavukçuluğa başlıyoruz. Bizimle var mısın abi?” dedik. Ancak bize “Ne tavuğu? Ben yokum artık bu işte” dedi. Her neyse biz iki ortak olarak Tevfik Türesinle yeniden çalışmalara başladık. Henry Benazus’dan civciv bayiliği almayı başardık. Yine Adapazarı ndan yem alıyoruz. Güntav dan yemlikler alıyoruz. İlk olarak 5–10 binle kapasitemiz başladık. Yetiştirdiğimiz tavukları canlı olarak Fazıl Kul’a satıyoruz. Ardından burada kesime başladık. 1975 yılında İstanbul dan iki kesim ustası getirttik.

 

Tabii şimdiki gibi dondurucularda yok. O dönem tavuklar kesilip havuzlara atılıyor. Ardından aynı fiyattan Fazlı Kul’a kesilmiş hayvanları vermeyi teklif ettik ve o da kabul etti. 1976 Yılının Mart ayında Artık bir dükkân açma zamanı geldi ancak Tevfik Bey bu arada hala memurluğa devam ediyor. Eti kendim götürüyorum araçla. Bir Pazar günü kaymakam Tevfik Bey ve ben bir görüşme yaptık ve Tevfik’in Ankara ya tayini konusunu konuştuk. Çünkü dükkânı Ankara da açacağız. O da işin tutup tutmayacağı konusunu tam göremiyordu. 1 Nisan günü dükkânı Maltepe de açtık. Tavuklar açık kamyonla taşındığı için Nisan ayında sıcaklar nedeniyle sıkıntılar baş göstermeye başladı. Almanya’dan bin bir zorlukla bir frigofirik araç satın aldım. Belediyeye hibe ettim ve Belediyeden aracı 10 yıllığına resmi plakalı aracı kiraladım.

 

Evet, resmi plakayla tavuk taşıyoruz o dönem. Hem kira bedeli verdiğim için durum belediyenin de işine geliyor. Biz yaz dönemini de  bu araçla geçirdik. Şoförün biri kaza yapınca araba paramparça oldu ancak zaten işlerimize araç yetmez olmuştu. 1975’te kesimhane yaptık, 1976 da Ankara da dükkân açtık.

 

Ben o zamanlar Bolu’da bulunan yemci Hacı Yusuf’un Bolvit’in en iyi bayisiydim. Otuz gün vadeyle yem alıyordum. Hacı Yusuf Bey röportajda kendisi de ifade etti, çok ihtiraslı bir adamdı. Birden bire yemi peşine çevirdi sonra baskıyı daha da arttırdı. Bu yaptığına şükretmemiz gerek zira bir şekilde yem fabrikası yapmaya bizi mecbur bıraktı.”Kötü komşu insanı elek saç edindirir” misali ben kızdım hatta fabrikanın girişine Hacı Yusuf’un resmini asacağım dedim. Yedi ayda fabrikayı bitirdim.

 

O zamanlar biz bu günün tersine tavuğu kırmızı etin üç katına satıyoruz.O dönem kırmızı et 10 lira, biz satıyoruz tavuğu 30 liraya. Oysa bizim satmamız gereken fiyat 3 lira; ancak bu fiyata mal etmemiz mümkün değil. Böyle olması için soya fasulyesi lazım. O dönem soyanın ne olduğunu bilen yok.Ağaçta mı yetişir, yerde mi kimse bilmiyor.

 

Evet, araştırmalarımızı yaptık en iyi Karadeniz’de yetişir dediler. Ordu’da çiftçilere Alım garantisi vererek soya fasulyesi ekmelerini önerdik. Soya fasulyesi yaş başladı yanmaya. Malı kurtarmak ve kurutmak için ben rendering makinesinde soya kavurmaya başladım. Parayı kurtarmak için pişirdim onun içinde, Binbir zorluklar çektik. Ve kattık yeme. Bu sayede soya fasulyesini yemde biz kullandık. Aksini ispat eden varsa buyursun gelsin karşıma.

 

Vergi Olayı…

 

Hayrettinin eşi Bolu da memurdu ancak Hayrettin çalışmıyordu. Tevfik beyin çocukluk arkadaşı Turan Albay’dan Salıbeyler’den kümesler aldık. Orada broilercilik yapacağız. O dönemin şartlarına göre devasa tesis gözüyle bakılıyor. Avukat Tuncel Ethem Yılmaz ın önerisi ile Tevfik bey’in arkadaşı Hayrettin’i bu kümeslerin başında görevlendirdik. Hayrettin Çorumlu’ydu ve bize Çorum’a tavuk satacağım dedi. Ancak Hayrettin o dönem parayı batırdı. Ben kimseyi icraya vermem. Zaten adamın parası varsa gelir öder. Kalemim kuvvetlidir, hemen üstünü çizerim. Hiç kimseyi icraya vermeyi adet edinmedim kendime. Tevfik üstüne gitti olayın ve Hayrettin’e icra gönderdi. Ve Hayrettin’in arabasını aldı. Ardından Hayrettin bizi vergi kaçakçılığı yaptığımız gerekçesiyle şikâyet etmiş.

 

O dönem de vergi kaçırmaya gerek yok. KDV yok, fatura yok, teslim fişi var sadece. Bunlar Özal döneminde çıkan uygulamalar. Eş zamanlı Ankara İstanbul ve Mudurnu’daki evlerimiz arandı, telefon rehberlerimize kadar alınarak 40 çuval evrak götürüldü operasyonlarda. Daha sonra Hayrettin’in bizi şikâyet ettiğini ispatladık.

 

Danışma Meclisi Üyesi ve Maliye Bakanı Adnan Başar Kafaoğlu bir kanun çıkardı ve o kanun sayesinde cezalar ödeyerek bu sıkıntıyı atlattık. O dönem ama devasa bir büyüme gerçekleşti, ihracata başladık bir taraftan. Anormal büyümenin verdiği sancıları çekiyoruz bir diğer yandan.

 

YÜZDE BİR OLAYI

1983 de Mudurnu Tavukçuluk A.Ş. olduk, o dönem yüzde 50 yüzde 50 ortağız. Tevfik Bey Kayınbiraderi Muzaffer Resne’ye az bir hisse verelim dedi. Bunu fabrika müdürü Senayi duymuş biraz da ona verelim dedim. İki tarafa toplam yüzde bir hisseyi yarı yarıya verdik. O dönem bilgisizlikten dolayı yüzde 1’i kaybettik kendi rızamızla. Ama bilmiyoruz o dönem böyle işlemleri.

 

Senayi dedi ki Tevfik Beye hissesi sende, Süreyya beyin hissesi bende.” Sonra fabrika müdürü Senayi (Senayi Gökçe) işten ayrılmak istedi. Yarım hisseyi önce bana sattı. Daha sonra aynı hisseyi Tevfik Bey’e sattı. Senayi’nin yaptığını kimse yapmaz. Böylelikle yüzde 50 yüzde 50 dengesi bozuldu. Tevfik Bey çoğunluk hisseleri ele geçirdi. Her neyse 1988 Mayıs’ında ben geldim şirketin başına geçtim. 1991 senesinin ekime kadar direkt kendim yönettim fabrikayı. Öyle bir yönetme ki, bir kişiye dahi imza yetkisi vermedim. Muhasebe müdürü imzalar ardından benim imzam olmadan ödeme yapılamazdı. Bir kuruşu dahi takip ederek Mudurnu Tavukçuluk un o dönemki servetini oluşturdum.

 

Ardından Tankut Bey’i(Tankut Baytaroğlu) buraya getirdik ve yetki verdik. 1991–1995 e kadar çalıştı. O dönem aslında burayı Koç Holding’e satmayı düşünüyorduk. Buraya fiyat değer tespiti yapıldı. 14 Eylül 1995 te ben Mudurnu Tavukçuluk’tan ayrıldım. Ben ceketimi alıp kurtulmaya baktım.

 

Mudurnu Tavukçuluk aslında o dönemlerde batmayı başladı. Aslında Mudurnu tavukçuluk batmadı, içi boşaltıldı. O zamanki genel müdürümüz Tankut Bey’in (Tankut Baytaroğlu) yaşanan problemlerden dolayı hala Türkiye ye girişi yasak. Oradan aldığım parayla Mudurnu Tavukçuluk tan aldığım parayla ertesi gün gidip Masstaş ı aldım. Nakit parayla alındı Masstaş. Küçük oğlum Erkan Astarcı’yı fabrikanın başına koydum. Masstaş, Gentaş derken devam ettik, bir sene sonra oğullarım bu işi bırakma kararı aldı.

 

Tevfik Türesin’le ayrıldıktan sonra hiç görüşmedim ardından kendimi eğitime adadım ve çocuklara burs vermeye başladım.

 

Herkes bana kitap yazmayı öneriyor. Ancak benim yazacağım kitapta bir çok kişi rencide olur.

 

Eğitimle ilgili nasıl girişimler yapıldı

Mudurnu da Tavukçuluk Yüksek Okulu vardı. Okul perişan vaziyetteydi müdahale ettim. Orada da kalmadım. Abant İzzet Baysal Üniversitesine bağlı olarak Süreyya Astarcı Meslek Yüksek Okulu nu kurdum.

 

Şimdi de sınavlara hazırlanan öğrencilere destek olmak için ücretsiz dershane açtım. Yüzde yetmiş beş başarımız var. Devlet üstün hizmet madalyası aldım. Yaptırdığım okula AİBÜ benim ismimi verdi. Bunlar benim hayatımın en büyük anıları, çok mutluyum. İçimden çıktığım ilçeye hizmetler verebildim. Devlette benim bu hizmetlerimden ötürü onere etti.  TBMM Başkanı’nın elinden ödül aldım.Şu anda bütün işim hayır işleri ile ilgilinmek.

 

(Katkıları nedeniyle Çiftlik Dergisi Bolu bürosu Temsilcisi Aydın Özpelit ve Zeki Ercivan-Bolu Gündem gazetesine teşekkür ederim)

Türk Tavukçuluk Tarihi Bölüm : 7

$
0
0

TAVUKÇULUK  TARİHİ  BÖLÜM  7

Erkan KONURALP

(Fotograflar Çiftlik Dergisi arşivinden alınmıştır.)

Sektörel olarak büyük atılımlar yapan ve dünya teknolojisini yakalamak için hiçbir fedakarlıktan çekinmeyen tavukçuluk kuruluşları,tüm sektörlerde pek rastlanmayan Türkiye genelinde yıldızlarda yetiştirdi.Bu ünlülerden bir çoğu tavukçuluk sektörüne bir hobi olarak girerken,diğer bir bölümü ise kendi alanlarındaki çekilen sıkıntıları aşmak için tavukçuluk sektörüne yönelerek geçirdikleri dar boğazları aştılar.Diğer bir kesim ise tavukçuluk dünyasına adım attıktan sonra yaptıkları çalışmalarla isimlerini duyurarak ünlüler kervanına katıldılar.

 

Bu ünlülerden birisi de,bugün Türk tarım sektörünün en önemli sivil toplum örgütlerinden biri olarak saydığımız Türkiye Ziraatçılar Derneği’nin Genel Başkanı Şemsi Bayraktar.Bayraktar’ı ben 1984 yılının ortalarında tavukçuluk seminerlerinde tanıdım ve güzel bir dostluk oluştu aramızda.O yıllarda kardeşleri ile birlikte Akyazı’da tavukçuluk yapıyordu Şemsi Bayraktar.Kardeşleri ile birlikte kurduğu aile şirketinde yem bayiliği de  yapıyordu.Şemsi Bayraktar önce Türkiye Ziraatçılar Derneği’ne Sakarya delegesi olarak katıldıktan sonra bölgede yaptığı başarılı çalışmaları ile kendisini ispatladı ve bunun semeresi olarak ta  bir süre sonra da yönetime girdi ve başkan yardımcılığına kadar getirildi.Şemsi Bayraktar bu görevleri üstlenmeden önce Paktavuk Şirketi’nin Sakarya’da tertiplediği bir seminer’de  kendisi ile birlikteydik.Bugün hatıralarda kalan bu anıda,Şemsi Bayraktar Akyazı ve Sakarya’daki tavukçularla birlikte semineri izlerken görülüyor. O seminerin konuşmacıları ise Veteriner Hekimler Ali Babila,Birsen Akçadağ,Arıkan Gürel ve Ziraat Yüksek Mühendisi Olcay Taygur

Bu gelişmeler hüküm sürerken bir çok ünlünün de tavukçuluk sektörüne büyük yardımları oldu.Bunların içinde Yu-Pi Tavukçuluk  Şirketinin kurucusu Hanri Benazus’un sigortacılıktan arkadaşı Bülent Akarcalı’nın adının da unutulmaması gerekir.Bülent Akarcalı bir sigorta şirketinin genel müdürü  görevini üstlenirken Turgut Özal ile siyasete atıldı ve bir çok bakanlıkta bulundu.Bu arada tavukçuluk kuruluşlarına büyük yardımları olan Turgut Özal’a bu konuda yardımcı olan da Bülent Akarcalı idi.Bakanlık devrinde bile mütevaziliğini bırakmadı.Buna örnek olarak ta Yu-Pi’nin Ankara Bölgesi bayiliğini yapan ve Ankara’lılar tarafından ‘Bahriyeli Cevdet’ olarak bilenen Cevdet Tıpırdamaz’in Ankara Kızılay’daki bürosunda her öğle vakti tavla partileri yapılar ve ikramiyesi de simit ve peynirdi.İşte bu partilerde çok kez ben de bulundum.Bu partilerin gediklileri ise, Hanri Benazus,Bülent Akarcalı,Tevfik Türesin ve o devrin bir çok tavukçu kuruluşunun yöneticileri idi.Özetleyecek olursak Bülent Akarcalı ve Bilimsel Tavukçuluk Derneği Başkanı Prof.Dr.Rüveyde Akbay’ın Turgut Özal’ın tavukçulara verdiği desteğin arkasında büyük emekleri vardı.

 

Yıldızları sayarken sanayinin de devleri tavukçuluk dünyasında görev aldılar.Bu ünlülerin başında da Zorlu Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mazhar Zorlu ve Paksoy Grubu’nun yönetim Kurulu Başkanı Bülent Paksoy.Mazhar Zorlu yumurta üreticilerin birleşmeleri ile ilgili tüm toplantıları katılarak büyük destek vermiştir.Bülent Paksoy’da aynı şekilde Türk tavukçuluk ve yem sanayiinin arkasında olduğunu verdiği desteklerle ispat etti.

 

Bu tanınmış yıldızlar içinde Hanri Benazus’un tavukçu yaptıklarından biri de Türk Sanat Müziği’nin büyük sesi ve koro şefi Kutlu Payaslı.Kutlu Payaslı aslen Amasya’lı bir aileden gelip Ankara radyosunun imtihanlarını başarılı bir şekilde vererek başkent’e yerleşmişti.Yıllar sonra ses sanatçılığı ve koro şefliğinin ardından Hanri Benazus’un da baskısı ile İzmir’e tayinini isteyerek bu güzel şehirde de ses sanatçılığının yanında koro şefliğini üstlendi.

 

Kutlu Payaslı Hanri Benazus’un aynı zamanda asker arkadaşı idi.Daha sonra Benazüs’ün ısrarı ve desteği ile yumurta yönlü tavukçuluğa başladı.Öyle sadece yatırım yaparak değil,emeği ile de bu sektöre gönül vermişti Kutlu Payaslı. Yıllarca yumurta tavukçuluğu yaparak sektöre hizmet edenlerin başında yer aldı değerli sanatçı Kutlu Payaslı.Fotoğraflarda Kutlu Payaslı Çiftlik Dergisi’ni incelerken ve kümesinde yumurta toplarken görülüyor.

 

İzmir Radyo ve Televizyonu Türk Sanat Müziği Şefi Orhan Özgediz’de Kutlu Payaslı gibi İzmir’de Benazus’un teşvikiyle yumurta tavukçuluğuna soyunan sanatçılardan biridir.

 

Bir tanınmış yıldız tavukçu dostlarımızdan biri de ünlü Ali Rıza Binboğa.Ali Rıza Binboğa ses sanatçılığının yanında uzun süre İstanbul’da çiftlik kurarak yumurta yönlü tavukçuluk sektöründe yer aldı.Ali Rıza Binboğa aynı zamanda şirket kurarak yumurta toptancılığı ve dağıtımı işini de birlikte yürüterek sektörün dostluğunu kazandı.

 

Ali Rıza Binboğa yumurta sektörü üreticilerinin kurduğu derneklerde de görev alarak çalışmalarda bulundu.İlk olarak İstanbul’da Orhan Kayraklı ve Nuri Sözmen’in organize ettiği Marmara Yumurta Birliği’nde ’YÜBAŞ’  ta yaptığı çalışmalarla adını duyurdu.Aksatmadan her hafta toplantılara katılarak üreticilerin organize olmalarını sağladı. Uzun yıllar bir çok krize direnen Ali Rıza Binboğa sonunda büyük kayıplar vererek sektörü terk etmek zorunda kaldı. Daha sonra mesleğini devam ettirmek amacı ile Müzik Yapımcıları Derneği Başkanlığına getirildi ve hala bu görevini devam ettiriyor.Yandaki fotografta Ali Rıza Binboğa,Orhan Kayraklı ve YÜBAŞ ekibi Kumkapı’da yumurta fiyatlarının iyi gittiği günlerde eğlenirken görülüyor.

Türk Tavukçuluk Tarihi Bölüm : 8

$
0
0

YUMURTACILARIN BÜYÜK MÜCADELESİ

 Erkan KONURALP

BÖLÜM : 8

(Fotograflar Çiftlik Dergisi arşivinden alınmıştır.)

Yumurta sektörü’nün bugünkü durumu ile ilgili verdiği   savaş dillere destan bir örnek olarak herkes tarafından  bilinir.

 

Bu mücadelenin bütün ülke çapında hissedildiği yıllarda, üreticiler canla başla birlik olmak için çalışarak bugünkü gurur duyulan bir aşamaya geldiler.Bu çalışmalara ülkenin tüm üreticileri,tedarikçileri,sağlık ve aşı sektörü,ekipmancılar,sivil toplum örgütleri,Üniversite Öğretim görevlileri katıldılar.Bu büyük topluluğun birleşmeleri için gecesini gündüzüne katan iki üreticinin adını burada anmadan geçemeyeceğim.Bunlardan biri Orhan Kayraklı ve diğeri ise Nuri Sözmen’dir.Bu iki üreticiye üreticiden çok ‘Misyorer’ demek yerinde olur.

 

İki misyoner işlerini güçlerini bırakarak ülke çapındaki üreticileri bir araya getirmek için çok büyük uğraş verdiler.Bu uğraşları bir süre küçük çaplı toplantılar halinde devam etti.Daha sonra büyük çaplı toplantılar yapılmaya başladı ve bu arada da Yumurta Üreticileri Birliği Anonim Şirketi adı altında firmalar kurarak üretimler bu şirketler tarafından pazarlanmaya başladı.

 

Önceleri İstanbul yöresinde Marmara Yübaş,İzmir Bölgesi’nde Batı Anadolu Yübaş üreticilerin büyük çoğunluğu ile çalışmalara başladılar.Bu çalışmaların ardından Bursa,Kayseri,Konya,Samsun,Adana’da Yübaş adında şirketler kuruldu.Bu şirketler her hafta birbirleri ile iletişim kurarak fiyatları belirliyorlardı.Bu çalışmalara kurulduğu günden itibaren yumurta ihaleleri ile fiyat oluşturan Başmakçı Tavukçuluk Kooperatifi’de yeni oluşuma destek vermeye başladı.Başmakçı Kooperatifi oluşuma destek verirken, Yumurta Üreticileri birlikleri de haftalarca pazartesi günleri yapılan  ihalelere katılarak yumurta fiyatlarının belirlenmesinde yardımcı oldular.

 

Çalışmalar bütün hızı ile sürerken 1985 yıllarında Batı Anadolu Yumurta Üreticilerin daveti üzerine İzmir’e giden Türkiye’nin belirli yumurta üreticileri ilerisi için büyük kararlar aldılar.Bu toplantılar akşamları da verilen yemeklerle devam etti.Bu karar yemeklerinin en çok alındığı yer de İzmir Kordon’da bulunan tanınmış “Kemal’in Yeri” balık lokantası idi.Bu lokantada İstanbul’dan gelen birlik üyelerini İzmir yöresi üreticileri ağırlıyorlar ve yumurta sektörünün sıkıntıları burada dile getirilerek çözüm yolu aranıyordu.

 

1985 YILINDA DA IRAK İHRACAT SORUNU

Bu toplantılar sırasında o yılların en büyük sorunu yine şimdilerde olduğu gibi Irak’a yumurta ihracatı  ve Türk ihracat firmalarının birbiri ile yaptığı büyük acımasız rekabet-karalama idi.

 

Türk ihracat firmalarının birbirlerine düşmesi sonucu Bu ülkelere güvenilerek yapılan üretim artışı sektörün başını ağrıttı.Irak ve İran’ın başka ülkelerle yaptığı yumurta ve tavuk antlaşmaları sektörün dar boğaza girmesine neden oldu.Yumurtamızı alan ve bu yüzden ihracatçıların gözbebeği haline gelen Irak’ın başka ülkeleri tercih etmesinin en önemli nedeni ise Türk ihracat şirketlerinin birbirlerini suçlamaları ve kötü kampanyalar yapmalarıydı.

 

Bu suçlamaları gözönüne alan Irak’lı yetkililer ülkemize gelerek incelemelerde bulundular ve 1984 yılında ihraç edilen 220 milyon  damızlık yumurta sayısının ancak 50 milyonu Türkiye’ye nasip oldu.Bu durum yemeklik yumurta ihracatına engel oldu ve ihracat yapılacak diye büyütülen kapasiteler üreticilerin başını ağrıttı. Tavukçular dar boğaza girdikleri gibi 1973’de sektöre büyük zarar veren krizi gibi bir olumsuzluğun içine girdiler.Irak’lı ithalatçılar bu durumu çok iyi değerlendirdiler ve bir yıllık ödeme vadesini de 3-4 yıla çıkarılmasını teklif ettiler.Sektörün içine düştüğü zorluklar ile ilgili olarak açıklama yapan iki damızlık sahibi Hanri Benazus ile Orhan Elibol “İki hafta önce haftalık ihracatımız bile belli idi.Fakat Hollanda ve Fransa büyük vade teklifleri ile bu durumumuzu engellediler.Plansız ve programsız üretimlerin de bu krizde büyük payı var.Sorunlanımız sürerken bir de ihracattan yediğimiz darbe sektörü kriz içine soktu”dediler.

 

ÜLKE ÇAPINDA TOPLANTILAR YAPILIYOR

 Sektörün düştüğü kriz devam ederken yapılan büyük seminerler ile üreticiler bilgilendirilmeye başlandı.1985 yılında Mersin’de çok büyük bir bölgeler toplantısı yapıldı.Burada bütün tavukçuluk sorunları ele alındı.

 

Daha sonra Zıraat Odaları Birliği Başkanı Osman Özbek başkanlığında bir komisyon kurularak çalışmalara başladı.Bu toplantıya başkan Osman Özbek,Bilimsel Tavukçuluk derneği Başkanı Prof.Dr.Rüveyde Akbay,Dış Ticaret Müsteşarlığı,Devlet Planlama Teşkilatı ve Et Balık Kurumu katılarak komisyonu oluşturdular.

 

Kısa süre sonra da Adana’da “Ulusal Tavukçuluk Sempozyumu 1985” tertip edilerek Bakan Cahit Aral’ın başkanlığında sorunlar ele alındı.

 

 YUMURTA KRİZİ ÜRETİCİLERİ BİR ARAYA GETİRDİ

İşlemleri tamamlanan Yumurta Üreticileri Derneği çalışmalarına başladı.İstanbul ve Afyon illerinde üreticilerle birer toplantı yapan dernek üyeleri fiyat tesbiti konusunda önemli kararlar aldılar.Aracılarla da mücadele kararı alan dernek üyeleri “Üreticiden-Tüketiciye”slogan ile direk hareket edeceklerini declare ettiler.

 

İstanbul Pendik’te dernek geçici başkanı Nuri Sözmen’in bir çağrısı ile bir araya gelen üreticiler Pendik Veteriner Araştırma Enstitüsü’nde toplandılar.

 

Toplantı Nuri Sözmen’in açılış konuşması ile açıldı.Daha sonra Hür Holding koordinatörü Tahir Perek bir konuşma yaparak ihracat ve pazarlama ile ilgili görüşünü açıkladı.Daha sonra üretici Muzaffer Şener yumurta pazarlaması ile ilgili zorlukları örnekleri ile anlattı.Adana Tavaş tavukçuluk yetkilisi Bülent Paksoy birleşmenin yararlarını anlattı.Daha sonra Kaytaş başkanı Yaşar Alemdar,Burhaş başkanı Tarık Turhan,İzmir Antaş’tan Kemal Elbasan görüşlerini aktararak birleşmenin yararlarını savundular.

 

Yumurta Üreticilerinin dernek çatısı altında çok hummalı çalışmaları göze çarpıyordu.Bu hareketliliğin en çok görüldüğü il’de İstanbul idi.İstanbul üreticileri her Çarşamba günü Orhan Kayraklı’nın Yeni Bosna’da bulunan bürosunda bir araya gelerek ileri dönük planlar yapıyorlar ve bir haftalık satışlar tek tek ele alınıyordu.Burada alınan kararlar bütün ülke üreticileri ile paylaşılıyor ve yararları da görülmeye başlamıştı.

 

YÜBAŞ’LAR ÇIĞ GİBİ BÜYÜYOR

1985 yılında büyük bir yumurta krizi yaşandı.Bunun üzerine üreticiler yumurta üreticilerinin birlikleri olan Yübaş’ları(Yumurta Birlikleri A.Ş) çığ gibi büyütmeye başladılar.

 

Bunun sonucu İstanbul üreticileri kuruluşlarını kurdular.Kurulan dernek bütün ülke üreticilerini biraraya getirmek için toplantıları sıklandırdılar.Bu karar uyarında İzmir’de bütün birliklerin bir araya gelmesi kararlaştırıldı.Bu toplantıda üreticilere birlik ve beraberliğin yararları anlatılarak bu konuda fikir alışverişinde bulunuldu.Dernekler kurulurken İzmir Üreticileri Mazhar Zorlu başkanlığında bir araya geldiler.Ve Batı Anadolu YÜBAŞ’I kurdular.Şunu da burada ekleyelim İzmir’den önce Bursa’da Dr.Tarık Turan’ın başkanlığında BURHAŞ ile Kayseri’de Yaşar Alemdar’ın başkanlığını yaptığı KAYTAŞ aynı amaç için kurulmuş iki şirket idi.Bu konu ile ilgili olarak İzmir YÜBAŞ’ın kurulması ülkede bomba etkisi yaptı.

 

Bu patlamanın arkasında Batı Anadolu Yübaş’ın yönetim kurulunda görev yapan ve aynı zamanda Hürriyet Gazete’sinin İzmir temsilcisi Nedim Demirağ’ın etkisi büyüktü.Kuruluşları ile ilgili olarak ta Nedim Demirağ,Bülent Veryeri ve Hikmet Sermi İstanbul’da bir toplantı yaparak üreticileri kuruluşları ile ilgili bilgi verdiler.Bu konuşların etkisi ile de marmara Yübaş’ın kuruluşuna hız verildi.İstanbul’da kurulan Marmara Yübaş’ta yönetim kurulu olarak Orhan Kayraklı,Nuri Sözmen,Hamdi Çifteoğlu,Ömer Aydın,Akın Eker,Uğur Kışınbay,Orhan Altın,Fatih Civan ve Uğur Köseoğlu görev aldılar.

 

Başkan Orhan Kayraklı yaptığı konuşmada özetle şunları söyledi “Yübaş’lar sayesinde yumurta piyasasına istikrar gelecektir.Fiyat iniş-çıkışlarını organize etmek için birliğimiz denge unsure olacaktır.Bu sektörde iş yapan kimsenin karşısında değiliz.Bugüne kadar yumurta toptancılığı yapan kişilerin bundan böyle birliğin bayisi olacaklar ve spekülatif olmayan birliğin tayin edeceği makul karlarla çalışmaları gerekmektedir.İhracat yapan firmalarla da yakın ilişkilerimiz olacak ve fiyatları birlikte belirleyeceğiz”dedi.

 

 Gelecek yazımızda Tavukçuluk ve Yem Sektörünün duayen firması Beypi ve şirketin renkli kurucularından Mehmet Tanrıkulu’nun dünya şirketlerini ve pazarlayıcılarını nasıl dize getirdiğini  hayretle-ibretle okuyacaksınız.

 

Türk Tavukçuluk Tarihi Bölüm 9

$
0
0

 Türk Tarımında İlklere İmza Atan Türkiye Kalkınma Vakfı ve Köy-Tür

 

 ERKAN KONURALP

Fotoğraflar Çiftlik Dergisi arşivinden alınmıştır.

 Türk Hayvancılık Sektörü’nün modern alanda patlamaya başladığı yıllarda ülkemizde o güne kadar hiç uygulanmamış bir model devreye sokuldu.Bu modeli de Türkiye Kalkınma Vakfı üstlendi ve uygulamaya koydu. Türkiye Kalkınma Vakfı  ”Tavukçuluk Modeli”, küçük üreticilerin rekabetçi piyasa ekonomisinde özel girişimciler olarak yer aldığı ülke ölçeğinde bir tarımsal sinai üretim sisteminin teknik ve mali bakımdan sürdürülebilir olduğunu göstermek için kurulmuş ve amacına ulaşarak durumunu kanıtlamış bir önemli projedir.(1972)

 

“Tarsus Projesi”nin sonraki adımlarında bu proje Köytür adı altında şirketleşmiş ve kelimenin gerçek anlamıyla hijyenik ve ticari bakımdan modern piliç üretimini kavram ve uygulama olarak Türkiye’ye tanıtmış ve bunu küçük üreticilerle birlikte başarmıştır.

 

Türkiye Kalkınma Vakfı’nın bir parçası olan Köytür’ün temeli beş gönüllü çiftçi ailesi ile atıldı

 

Köytür 1985 yılında Türkiye Kalkınma Vakfı’nın kalkınmaya yönelik faaliyetlerinin bir sonucu olarak dünyaya geldi. Köytür Sisteminin ilk adımları 1970′lerin başında TKV’nin Tarsus’un Namrun yaylasında yoksul beş çiftçi ailesiyle ve tümüyle gönüllü çalışmalarla başlatıldı. Bölge de başarılı biçimde gelişen ve “Tarsus Projesi” olarak edilen proje, 1981′de Hollanda’da, küçük üreticilere yönelik uluslararası 250 benzer uygulama arasında “en başarılı örnek” seçilerek, ödüllendirildi.

 

 DÜNYA BANKASININ KATKILARI İLE 12 BÖLGEDE TAVUKÇULUK

TKV’nin küçük üreticiye dayalı “Tarsus Tavukçuluk Projesi” on yıl içerisinde modelleşti. Modelin büyük çapta yaygınlaşması ise, T.C. Hükümeti ile Dünya Bankası arasında imzalanan anlaşmayla Dünya Bankası’nın 5. Hayvancılık Projesi (TU-1862) kapsamında Tavukçuluk Alt Projesi’ne 25 milyon dolar kredi desteği sağlanması sonucunda gerçekleşti. Tarım Bakanlığı ile TKV arasında 1982′de varılan anlaşmayla, TKV ülke çapında 12 bölgede tavukçuluk programı uyguladı. TKV aynı zamanda, Hazine ile imzaladığı ek anlaşma çerçevesinde, Dünya Bankasın’ndan ek fon kullandı. 25 Milyon dolar tutarındaki kredinin yaklaşık yarısı küçük üreticilere kümes yapımı için kredi olarak verilirken, kalan tutar yem fabrikaları, kesimhaneler ve diğer temel donanımın teminine ayrıldı. Program krediyi zamanında ve tam olarak geri ödedi.

 

İlk kuruluşunda yöresel şirketler halinde yapılan Köytür 1998-2000 yılları arasında şirketlerin bir araya gelip iki şirkete dönüşmesi ile 2000 yılında Türkiye’nin ilk 500 şirketi arasındaki en büyük gıda şirketi olmuştur (Capital Dergisi).

 

Köytür modeli üreticilerin kalkınmasını öngörmüştür ve bu ilkeyle senelerdir binlerce aileyle anlaşmalı üretici modeli dahilinde çalışarak gelirlerine katkı sağlanmıştır.

 

MODELİN İŞLEMESİ

Köytür modelinde anlaşmalı üreticilere, civciv ve gerekli yem Köytür tarafından verilir. Köytür’ün uzman teknik ekibi kümeslere ziyaretler düzenleyerek hem civcivlerin gelişimlerini izlerler hem de sağlık ve teknik konularda üreticiye danışmanlık hizmetleri götürürler. Piliçlerin ideal kiloya ulaşmasının  ardından, üreticiden teslim alınan piliçler tartılırlar ve üretici performansı belirlenir. Civciv ve yem fiyatları düşüldükten sonra performans değerine göre üreticilere ödeme yapılırdı.

 

MÜTEVELLİ HEYETİN BAŞINDA ESKİ BAKANLARDAN

PROF.DR.NECMİ  SÖNMEZ

Ben Türkiye Kalkınma Vakfı ile 1983 yılında tanıştım ve teknik elemanları ile birlikte hemen hemen tüm ülkede yapılan toplantıların çoğunda bulundum.Ben kuruluşu tanıdığımda Mütevelli heyeti ile yönetiliyordu ve başkanı da eski bakanlardan Prof.Dr.Necmi Sönmez idi.Necmi Sönmez kuruluş ile ilgili olarak 1985 yılında Çiftlik Dergisi adına bana çok geniş olarak bilgiler vermişti.(Bak.Çiftlik Dergisi.Mart 1985)

 

Prof.Dr.Necmi Sönmez kimdir?

Yüksek Ziraat Enstitüsü Orman Fakültesi’nden 1942 yılında Orman Yüksek Mühendisi olarak mezun olmuştur. 1945 yılında Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Kültürteknik Kürsüsüne asistan olarak girmiştir. Aynı kürsüde 1950 yılında Doktorasını tamamlayarak Amerika Birleşik Devletlerine gitmiş, Kaliforniya Üniversitesi Ziraat ve Mühendislik Fakültelerinde mesleki eğitim çalışmalarını yaptıktan sonra 1952 yılında Üniversitedeki Kürsüsüne dönmüştür. 1954 yılında Doçent olmuştur. 1956 yılında Avusturya’ya giderek bir yıl süre ile Viyana Tarım Üniversitesinde araştırmalarına devam etmiş, 1961 yılında da Profesör olmuştur. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Kültürteknik Bölümünün kuruculuğunu ve 1971 yılı Şubat ayında Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dekanlığı, 1973-74 yıllarında Ankara Üniversitesi Senato Üyesi olarak görev yapmıştır.Sırasıyla 1961-1963 yılları arasında İmar İskan Bakanlığı Toprak ve İskan İşleri Genel Müdürlüğü, 1963 yılında Köyişleri Bakanlığı kuruluş hazırlıklarının komisyon başkanlığında görev almış ve 1965 yılında kurulan Köyişleri Bakanlığının Müsteşarlığına atanmıştır.1971 Aralık ayında ikinci Nihat Erim Kabinesinde Köyişleri Bakanlığına getirilmiştir. Daha sonra Ferit Melen kabinesinde de aynı görevi yürütmüştür.1978 yılından beri kurucuları arasında bulunduğu Türkiye Çevre Vakfının Mütevelli Heyeti Başkanlığını yürütmüştür. Türk Kooperatifçilik Kurumunun Yönetim Kurulu Üyeliği ve Kurumun Uluslararası Kooperatifler Birliği İdare Kurulunun da temsilciliğini yapmıştır.Kurucusu olduğu Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Kültürteknik Bölümü Başkanlığından 16 Nisan 1986 tarihinde 67 yaşını doldurarak emekli olmuştur. 10 Ekim 1997 tarihinde atandığı Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurulu üyeliğini ayrıca Türkiye Kalkınma Vakfının Onursal Başkanlığını ve Türkiye Çevre Vakfının Mütevelli Heyeti Başkanlığı görevlerini de vefatına kadar sürdürmüştür.

 

 BEYİN TAKIMININ BAŞINDA ALTAN ZEKİ ÜNVER  

Türkiye Kalkınma Vakfı’nın perde arkasında beyin olarak Altan Zeki Ünver bulunuyordu.İsmi gibi çok zeki bir yönetici olan Altan Zeki Ünver TKV programının ülkede başarıya ulaşması için Türkiye’de isim yapmış bir yönetici ile bunu gerçekleştirmek istedi.Bu isim ülkemizde çeşitli kez bakanlık yapmış ve uluslar arası ödül almış bir uzman olan Prof.Dr.Necmi Sönmez idi. Necmi Sönmez’i Mütevelli Heyetin başına geçmesini sağlayan Altan Zeki Ünver  kendisi devamlı arka planda kalmayı yeğledi.

 

Ülkede herkes TKV’nin başında Prof.Dr.Necmi Sönmez’i bildiği halde bütün kararların altında Altan Zeki Ünver’in imzası yatıyordu. Baltan Zeki Ünver,TKV ve tavukçuluk konusunda yan kuruluşu Köytür ve Ankara Kazan ilçesinde kurulu Ahmet İnci yönetimindeki arıcılık kompleksi yaptıkları çalışmalarla ülke çapında büyük bir üne kavuştular.

 

1988 YILINDA TKV LADES’i ALDI

Genişlemeyi sürdüren TKV,  Oyak,Kutlutaş ve Danimarka ortaklığı ile üretime başlayan ENTAŞ (LADES)’i 1988 yılında  aldı ve başına da Turgut Türkel’i getirdi.

 

CARGİLL NE YAPMIŞTI?

12 bölgede piliç üretimine devan eden Köy-Tür  dünya markası Cargill’den hammadde olarak mısır alıyordu.O sıralarda yani 1997 yılında Cargill Köy-Tür’den alacağı mısırın karşılığı olarak teminat istedi.Bunun üzerine Köy-Tür yönetimi Cargill’e güvence olarak 2 milyon Amerikar doları tutarında teminat mektubu verdi.

 

TEMİNAT MEKTUBU NAKTE ÇEVRİLDİ

Cargill  Köy-Tür’ün verdiği teminat mektubunu duyduğu bazı dedikodular nedeniyle nakte çevirerek büyük tepki aldı.Hemen Köy-Tür yönetimi ve 12 bölge müdürü bir toplantı yaparak buna bir çözüm aradılar.12 bölge topladığı 2 milyon dolarlık çeki Cargill’e vererek bir süre daha rahatladılar.

 

 TÜKETİLEN BEŞ PİLİÇTEN BİRİ KÖY-TÜR  ve LADES

TÜRKİYE’deki her 5 piliçten birinin üretimini tek başına gerçekleştiren, ürünlerini İstanbul ve Ege’de Lades, Anadolu’da ise Köy-Tür markasıyla satışa sunan ve 12 bölgedeki tesislerinde 2 bin kişinin çalıştığı Köy-Tür,

 

2001 yılında 108 bin ton piliç eti üretip, 140 milyon dolarlık ciro elde etti. Oysa, 2000 yılında daha az üretim gerçekleştirmesine rağmen, 178 milyon dolarlık ciro elde eden şirket, krizi aşmak için 3 trilyon liralık 2 gayri menkulünü de satmak zorunda kaldı ,yeni kaynak akışı sağlanmadığı için, Mudurnu ve Nar Piliç gibi Lades de yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.

 

Köy-Tür’ün başarılarının ardında 12 bölgede kuruluşun başında bulunan yöneticilerin de payı çok büyüktü.

 

 İşte bu başarılı yöneticiler:

 

TKV VE KÖY-TÜR TARSUS:Kurucu müdürler:Tuncer Özmen,Yahya Kavvas, ,Yavuz Eraytaç ve Hikmet Can.

 DİYARBAKIR TKV VE KÖY-TÜR: Kurucu müdür : Turgut Turkel,sonra Rıfat Dağ ve Ş.Aytuğ Uyar.

 ERZURUM-ERZİNCAN TKV VE KÖYTÜR :Kurucu Müdürler;Muzaffer Sirkecioğlu sonra Koray mengü-Fethi Sürücü.

SAMSUN :Kurucu müdür Selim Canbaz sonra Nesim Karaosmanoğlu-Murat Yıldızhan.

KONYA – AKŞEHİR :Kurucu müdür Tahsin Denkli sonra Yusuf Aydınoğlu-Muhittin Öktem,

KAYSERİ :Kurucu Müdür Turgut Türkel sonra Rahmi Toprak ve Sabahattin Uğur Özdemir.

ELAZIĞ : Kurucu müdür  Yusuf Aydınoğlu sonra Hikmet Can.

YOZGAT : Kurucu müdür Ş.Aytuğ Uyar ve S.Uğur Özdemir.

ANKARA – KAZAN :  Müdür  Aydoğan Atilla ve Hakkı Erdoğdu,Hüseyin Akay,Haluk Egemen.

ESKİŞEHİR :Kurucu müdür İhsan Gökgiray sonra Hikmet can,Şakir Güntürkün.

BOLU : Kurucu müdür : Sulhi Yavuzer,sonra Selçuk Tokgöz,Kemal Karabulut.Ahmet Ayyıldız,Celalettin Tümer.

ENTAŞ A.Ş (1988’DEN SONRA) Müdür Turgut Türkel,Selçuk Tokgöz,Kemal Karabulut,Seydali Pürklü,Fethi Sürücü.

KÖYTÜR EGE ENTEGRE : Müdür Şükrü Kaleli,Yahya Kavvas,Derviş Ünal,Nesim Karaosmanoğlu,Fethi Sürücü

KÖYTÜR HOLDİNG İlk genel müdür Turgut Türkel

KÖY-TÜR PAZARLAMA A.Ş. İlk genel müdür :Nejat Pişkinsüt,Ateş Aykut.

ROSS BREEDERS ANA DAMIZLIK HAYMANA . Müdür: Kaya Dermancıoğlu,Sulhi Yavuzer.

ROSS BROWN KÖYTÜR (YUMURTA) Müdür: Selim Canbaz.

TKV ve Kuruluşu Köy-Tür uzun yıllar sektörde başarıdan başarıya imza attı.

 

Ecevit’in kurtardığı Köy-Tür yine zora girdi

2000 yılında BÜLENT Ecevit’in 57′nci Hükümeti döneminde özel kararname ile kurtardığı Köy-Tür Tavukçuluk, yine mali krize girdi.6 tesisini daha kapatma kararı alan şirkete, yem firmaları da mal gönderimini kesti. Kümesteki tavuklar açlık tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.Köytür için özel kararname çıkaran 57.Hükümet karşılığı mal olarak bulunduğu halde Tevfik Türesin’in başında bulunduğu Mudurnu Tavukçuluk A.Ş.ye herhangi bir destek vermemişti.

 

ECEVİT DESTEĞİ KÖY-TÜR’Ü  KURTARAMADI

EKONOMİK krizle birlikte darboğaza giren tavukçuluk sektöründe Mudurnu ile başlayan Nar Piliç ve Özsoylar’la devam eden yaprak dökümünden, 57′nci Hükümet’in Başbakanı Bülent Ecevit’in çabalarına karşın Köy-Tür de kurtulamadı. Başbakanlığı döneminde Bülent Ecevit’in devreye girmesiyle birlikte krizden çıkan Köy-Tür, iki yıl sonra yine aynı duruma geldi. Ecevit’in devreye girmesiyle yurtdışından 10 milyon dolarlık GSM kredisi kullanarak rahat nefes alan Köy-Tür, sonra aynı sorunları yeniden yaşamaya başladı

 

KARARNAMEYLE KURTULMUŞTU

Mali sıkıntıdan kurtulabilmek için 1997 yılında da soya fasulyesi ve soya küspesi gibi hammadde temininde kullanılması şartıyla ABD hükümetinin finanse ettiği 10 milyon dolarlık GSM kredisi almaya hak kazanan Köy-Tür, Ziraat Bankası ve Halk Bankası’ndan teminat mektubu almakta zorlanmıştı. Kapanma tehlikesiyle karşı karşıya kalan Köy-Tür’le dönemin Başbakanı Ecevit bizzat ilgilenmiş ve Bakanlar Kurulu’ndan bu kredinin kamu bankaları aracılığıyla kullandırılması için özel bir kararname çıkartmıştı. Bu kararname ile Köy-Tür, Ziraat Bankası tarafından 10 milyon dolarlık Hazine kaynaklı kredi kullanmıştı.

 

Bu krediler sayesinde rahat bir nefes alan Köy-Tür, alacaklı bankalarla yaptığı anlaşma sonucunda borçlarını 2 yıla yaydı. Genel Müdürlüğü üstlenen Osman Şişmanoğlu yönetiminde yeniden yapılanma çalışmalarına da başladı. Ancak, kısa bir süre sonra Genel Müdür Osman Şişmanoğlu’nun ayrılmasıyla birlikte hammadde satıcıları ve bankalar Köy-Tür’e bir güven sorunu yaşamaya başladı. Yem firmaları, Köy-Tür’e vadeli satışı durdururken, en büyük alacaklılardan Denizbank da çek ve temliklerini tahsil etme yoluna gitti. Böylece Köy-Tür, yeniden mali krize girdi.(2001)

 

Mali sıkıntı yüzünden daha önce de 5 işletmesini ve kuluçkahanelerinden bazılarını kapattıklarını belirten Köy-Tür’ün Genel Sekreteri Özcan Engin, şirketin son durumu hakkında  : ‘‘Türkiye’nin farklı bölgelerindeki 3 bin üreticiyle işbirliği yapan, 12 işletmesinde 2 bin kişiye iş imkanı sağlayan Köy-Tür’e bir türlü yeterli işletme sermayesi sağlanamadı. Bunun için de son Yönetim Kurulu’nda bazı tesislerin kapatılma kararı alındı. Bunlardan, Elazığ, geçtiğimiz hafta kapatıldı. Bolu ve Ankara tesislerimiz 14 Şubat’ta, Tarsus 21 Şubat’ta, Akşehir 28 Şubat’ta, Erzurum tesisimiz ise 7 Mart tarihinde üretimini durduracak.”dedi.

 

YEM ALAMIYOR

İşletme sermayesi ve yem sıkıntısı yüzünden çarkı döndüremeyen Köy-Tür’ün üretimi durdurma kararında bankalardan yeni teminat mektupları alamaması da etkili oldu. Köy-Tür’ün nakit akışı kesilince, alacaklarını tahsil edemeyen bazı yem firmaları mal vermeyi durdurdu. Yem firmalarının mal sevkıyatını kesmesi, üretimi de riske soktu. Yem stoku bulunmayan Köy-Tür’de, tavuk ve civcivlerin yaşamı tehlikeye girdi.

 

Para öncelikle bankaya gidiyor

KÖY-TÜR’e hammadde sağlayan firmalardan Ezici Grubu’nun Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Ezici, kriz zamanı şu açıklamayı yaptı: ‘‘Satılan ürünlerden elde edilen gelir, Köy-Tür’ün kasasına girmeden tamamı bankalara gidiyor. Bu da, Köy-Tür’ün çarkı döndürecek finansmanı sağlayamamasına neden oluyor.” Dedi.

 

TEMEL TAŞI OLAN TARSUS KAPANDI

“Köytür Tarsus Tesisleri 2001 mali krizinden sonra çöküntüye girdi. 10 Nisan 2003 tarihinde Köytür için iflas kararı verildi. Fakat Yargıtay Köytür’ün kendi kendini toparlayabilmesi için 1 yıl dokunulmazlık kararı verdi. Verilen 1 yıllık dokunulmazlık 18 Mart 2005 tarihinde sona erdi ve üretim durdu işçiler çıkarıldı.Alacaklılar tesisin tümüne el koydular

 

28 ŞUBATIN ÖNDE İSMİ ÇEVİK BİR’İN ESKİ EŞİ SEVİL KUTULAMAN

Avukat Sevil Kutulaman bu günlerin önde gelen konusu 28 Şubat’ın ünlü orgenerali Çevik Bir’in ayrıldığı eşi idi.Ben Türkiye Kalkınma Vakfı ile haber yönünden ilişki kurarken avukat Sevil Kutulaman Kurumun hukuk servisini yönetiyordu.Daha sonra Köy-Tür Holding’te Genel Müdür yardımcılığı ve Daha sonra yeniden yapılandırma sırasında tüm ayrı tüzel kişilikleri sahip şirketler birleştirilerek KÖY-TÜR ENTEGRE TAVUKÇULUK A.Ş çatısı altında birleştirildi.avukat Sevil Kutulaman bu şirketin genel müdürü olarak atandı.Şirketin finans ve lojistik direktörlüğüne İnci Sarıaslan,üretim ve teknik direktörlüğe Ahmet Ayyıldız ve satış pazarlama direktörlüğüne de Selçuk Tokgöz getirildi.

 

Bu yapılandırma da sorunları çözemeyince şirketin alacaklısı Denizbank’ın isteği ile şirketin başına Osman Şişmanoğlu ve ekibi getirildi.Bundan da olumlu sonuç alınamadı ve şirketin kapanmasına karar verildi.

 

Birleşme dışında kalan tek şirket Köy-Tür Ege Entegre olduğu için şirket bir süre daha üretimine devam etti ve başına bir çok olay geldi.

 

TKV’nin kalkınmaya yönelik faaliyetlerinin sonucu olarak ortaya çıkan ve Türkiye’nin 12 ilinde kurulan Köy-Tür tesislerinin sonuncusu İzmir’in Torbalı ilçesindeki Köy-Tür Ege Entegre Tavukçuluk A.Ş.’de kuruluşun son kalesi oldu.

 

Önce kuş gribinden olumsuz etkilenen, son yıkıcı darbeyi ekonomik krizin etkisiyle alan İzmir’deki tesislerde üretime son verildiği belirtildi. Tesisler adeta çürümeye terk edildi.

 

Daha önce diğer illerde de faaliyetleri sona eren tesislerin sonuncusu olan ve Köy-Tür’ün son kalesi olarak gösterilen Ege Entegre Tavukçuluk’un Torbalı ilçesi, Oğlananası, Pancar, Ayrancılar beldeleri,Kemalpaşa, Menemen ilçeleri ile Manisa’nın Saruhanlı ilçesi Çobanhisar Köyü’ndeki tesislerde de üretim durduruldu. Yaklaşık 1000 kişi işsiz kaldı. İşçiler, krizin yanı sıra yanlış yönetim sonucunda Ege Entegre Tavukçuluk’da üretimin durduğunu, tazminatlarını ve üç aylık ücretlerini alamadıklarını, mağdur olduklarını ileri sürdüler. Tesisleri alacaklarına karşılık devralan şirketin yetkilileri, kuş gribinin ardından küresel kriz nedeniyle üretime son verdiklerini belirtirken, işçiler krizin bahane edildiğini, şirketin kontrolünü ele geçiren Dabak Şirketler grubunu suçladılar.

 

BİR MİLYON PİLİÇ AÇLIKTAN TELEF OLDULAR

Köy-Tür Ege Entegre Tavukçuluk’un yüzde 62 hissesini satın alan Dabak Şirketler Grubu’nun Yönetim Kurulu Başkanı İsmail Dabak ise, işçilerin ücretlerini ödeyemediklerini kabul etti. 2006 yılında kuş gribinden ciddi darbe aldıklarını belirten Dabak şunları söyledi: “Alacaklılar, banka faizleri üst üste binince toparlanma şansı olmadı. 2008 yılında kur farkları, hammadde fiyatlarının yükselmesi, tüm beyaz et üreticilerini sıkıntıya iterek, zarar ettirdi. Küresel kriz ile birlikte bankaların kredileri geri çekmesi, diğer alacaklılar panik yaptı. Elektrik parası bile ödenemedi. Sahada 1 milyona yakın hayvanımız öldü. Köy-Tür’de son ayakta kalan tesis İzmir Torbalı’daki tesisti. Ortak çıkarsa birlikte işletebiliriz, ya da devredebiliriz. Devlet uzun vadeli kredi verebilir. İnsanların mağdur olmasını istemiyoruz.”dedi.

 

Son durum ise,Türkiye Kalkınma Vakfı’nın temelini attığ Köy-Tür’ün  tesisleri icra yolu ile bir çok şirkete satılmış durumda.Şu anda yeni sahiplerinin elinde yeni isimleri ile başarı ile üretimlerine devam ediyorlar.

 

(Katkıları nedeniyle Yemsel Tavukçuluk Kayseri  Genel Müdürü Sabahattin Uğur Özdemir’e sonsuz teşekkürlerimle)

Not:Geçen bölümümüzde Beypi ile ilgili yazımızı yayınlayacağımız duyuruldu.Hazırlıkları tamamlarken sayın Sait Koca’nın isteği dogrultusunda  yapacağı eklentileri nedeniyle  yayınlayamadık. Sayın Sait Koca’nın yazısı elimize geldiğinde Beypi ile ilgili yayınımız gerçekleşecektir.Bilgilerinize sunulur.

Türk Tavukçuluk Tarihi Bölüm 10

$
0
0

Beypiliç’in Önlenemeyen Yükselişi ve Mehmet Tanrıkulu’nun Ticari Dehası…

ERKAN KONURALP

(Fotolar:Çiftlik Dergisi özel arşivi)

Bugün Piliç eti üretiminde kanatlı sektörünün ön saflarında yer alan Beypiliç’in temeli, Ankara’nın Beypazarı ilçesinde yöre çiftçilerinin yem gereksinimlerini karşılamak amacı ile 1979 yılında kurulan Beyyem A.Ş.ile atıldı.İki yıl hazırlık ve üretim denemeleri yapan Beyyem A.Ş. 1981 yılı ekim ayında da üretime başladı.

 

BÜLENT ULUSU AÇILIŞI YAPTI

Açılışı ile yörede büyük ilgi gören Beyyem’in açılışını 1980 ihtilalinin tanınmış başbakanı Bülent Ulusu yaptı.Karma yem üretimi ile çalışmalarına başlayan Beyyem çevre hayvan üreticilerinin ilgi gösterdiği büyük bir firma haline geldi.

 

Karma yem üretimi devam ederken hayvancılık sektöründe başgösteren mali kriz nedeniyle tahsilatlar zorlanınca, yönetim, şirketin geleceğini düşünerek yeni bir vizyon üstlenmeye karar verdi.Başta rahmetle andığımız Mehmet Tanrıkulu ile Genel müdür Dr.Sait Koca hayvancılık sektörünün yüzde 70 ana girdi maddesi olan yem fabrikasını da arkalarına alarak, piliç eti üretmek amacı ile 1986 yılında Beypi A.Ş. kurulum çalışmalarına başladılar.

 

Önce üretici planlaması ve kesimhane ile ilglili araştırmalara başlayan Mehmet Tanrıkulu ve Dr.Sait Koca 1987 yılının Ağustos ayında Bolu Göynük’te açılışını yaptıkları kesimhane ile de resmen piliç eti üretimi başlamış oldular.

 

MEHMET TANRIKULU’NUN MUSEVİ İŞYADAMLARINI
BİLE DİZE GETİREN MÜTHİŞ ZEKASI

Ben rahmetli Mehmet Tanrıkulu ve genel müdür Dr.Sait Koca’yı Çiftlik Dergisi için söyleşi yapmak üzere Beypazarı’da kurulu Beyyem fabrikasına gittiğimde tanıdım (1986). Bana Beyyem fabrikasının çalışması ve yöredeki hayvancılık sektörünün gelişimi ile ilgili olarak geniş bilgi verdiler.

 

Daha sonra da yani iki-üç ay sonra da Mehmet Tanrıkulu kesimhane işi için İstanbul’a geldiğinde beni aradı ve son çalışmaları ile bilgi aktardı.

 

Ertesi gün Stork firmasının Türkiye temsilcisi Atila Çağlar’ın yanından arayarak gelmemi istedi. Atilla Çağlar’ı sektöre girdiğimden beri yakından tanıyor ve sık sık bir araya gelerek bilgi alışverişinde bulunuyorduk.

 

Mehmet Tanrıkulu buluştuğumuzda o günlerin ve halen modern kesimhane işinde dünya lideri olan Stork firmasının Türkiye temsilcisi Atilla Çağlar,kardeşi İbrahim Çağlar,Sedat Koşucuoğlu ve dünyaca ünlü Stork firmasının satış müdürü musevi kökenli Johan Konst birlikte oturuyorlardı.İstanbul Beyoğlu Ticaret Odası’nın karşısındaki büroda öyle bir pazarlık vardı ki, dillere destan.Meğer rahmetli Mehmet Tanrıkulu uzun süredir kesimhane pazarlığını sürdürüyormuş ve pazarlıkta öyle fiyata indirmiş ki maliyetin altına.Ben inanamadım ve zararına mal verilir mi?Diye sorduğumda cevap alamadım ama sonra işin aslı anlaşıldı.

 

O yıllara kadar Türkiye’de kesimhane ile ilgili yine dünya markası olan Meyn firması dillerden düşmüyordu.Türkiye’de iki üç firmaya tesis kurmuşlardı.Bu firmalardan biri de İstanbul Ticaret Odası Başkanı olarak ünlenen Mehmet Yıldırım’ın firması olan “Yıltav”dı.Ben Mehmet Yıldırım’ı İzmir’de Yu-Pi’nin patronu Hanri Benazus’un Alsancak’taki yazıhanesinde tanıdım ve sohbet ettim.Yıltav firmasının merkezleri ise Anadolu yakasında Ümraniye’de idi.Firmanın başında bir zıraat yüksek mühendisi bulunuyordu.Genç Ziraat Mühendisi çok heyacanlı ve girişimci bir yapıya sahipti.Kendisi ile bu konuda geniş röportaj yaptım.Meyn firmasının Yıltav firması adına kurduğu modern kesimhane Dudullu’da Tavsan firmasının karşısına denk geliyordu.Bu kesimhane firmanın kısa süre sonra kapanması ile atıl durumda bekledi.Çalıtırılmadığı için bir çok ekipmanı devre dışı kalan kesimhane bir süre sonra da Oyak ve Danimarka sermayesinin bir ürünü olan Sakarya Merkezli Entaş Şirketinin ‘Lades’firmasına satıldı.

 

İşte bu ölü zamanda Stork, Meyn firmasının önüne geçmek ve Türkiye pazarını ele geçirmek amacı ile çalışmalara başladı.Bu girişimin en etkin atağı da, tavukçuluk sektöründe büyük ses getiren bir firması olan Beypi’ye maliyetinin altında bir fiyatla kesimhane işini yaparak kendisini ülkemizde göstermekti.Sonradan duyduğuma göre de Mehmet Tanrıkulu bu zarar ettiren fiyattan da indirim almış.

 

Beklemeler bitti ve Göynük’teki kesimhanenin açılışına davetli olarak Çiftlik Dergisi adına bulundum.Çok kalabalık bir üretici ve dost katılımı ile açılış muhteşem bir törenle hizmete girdi (1987).Açılışa Çiftlik Dergisi’nin sorumlusu olarak davetli olarak gittiğimde, Mehmet Tanrıkulu ve kesimhane emekçilerinin sevinçlerini akseden yüz ifadelerini tarif edemem.İstanbul’dan açılışa Fevzi Aş ve Stork firması temsilcileri ile İstanbul’da dağıtımı üstlenen Nail Küçükel ile katıldık. Dergide Eylül 1987 yılında açılış haberi olduğuna göre,tören zannedersem Ağustos sonunda yapıldı.

 

Beypi büyümesi amacıyla damızlık kümesleri, kuluçkahane ve üretim kümesleri yatırımları yapılarak faaliyetin tam entegre olması sağlandı. Beypazarı İlçesinde başlayan yatırımlar daha sonraki yıllarda Bolu İlinde devam ettirildi. Bolu İlinde, ikinci bir kuluçkahane, karma yem fabrikası ve kesimhane ile çok sayıda damızlık ve üretim kümesleri yatırımları gerçekleştirildi.

 

Piliç eti üretiminde pişirilmiş ürünlere kadar geniş bir ürün portföyü sağlanmış, tam yağlı soya üretim gibi karma yem üretimine destek yan yatırımlarda gerçekleştirildi.1995 yılında şirketin merkezi tesislerinin çoğunluğunun bulunduğu Bolu’ya alındı .2004 yılında ise Beyyem A.Ş. tüm varlıkları ile Beypi A.Ş. ye katıldı. Böylece Beypi A.Ş. çok güçlü bir yapıya kavuşturuldu.

 

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’nda çalışırken istifa edip Beyyem’in kuruluşunda görev alan Beypi Genel Müdürü Dr.Sait Koca tesislerin Bolu’ya getirilmesini şöyle izah ediyor;

 

“Yem Şirketi küçüktü, yeni kurulmuştu, üretim az denecek kadar küçüktü. Yem satmaya başladık, bir süre sonra yemin riskini taşıyacağımıza bu hayvanları biz beslelyerek üretelim dedik. Etlik piliç yemi satışı ön plana çıktı. Daha sonra risk taşımaya başladı. Yani müşterilerimizin parasını neredeyse biz tahsil eder duruma geldik. Bu riski taşıyacaksak biz kendi üretimimizi de yapalım dedik ve ondan sonra Beypi kuruldu. Ürün ismi ne olacak derken şirket Beypazarı’nda olduğu için Beypi olsun dedik. Marka ismi de oradan geldi. 1986 yılında piliç eti kararına geçme kararı aldık. İlk Kesimhanemizi Göynük Dedeler köyünde kurduk. Bunun nedeni ise üreticiye yakın olmaktı .

 

KALİFİYE ELEMAN KONUSU

Daha sonra Göynük’te de bu işi büyütemeyeceğimizi anladık ve bu sebeple kesimhane’yi Bolu’ya taşıdık. Köyde kalifiyeli eleman istihdam edememenin zorluğu da bu kararı almamıza neden oldu. Kesimhane için neden Bolu’yu seçtiğimize gelince, Bolu hiç yatırım almamış. Neden hiç yatırım almamış, çünkü Bolu’lular sahip çıkmıyor. Bolu konum olarak Ankara ve İstanbul arasında çok önemli bir yerde, yatırım için Türkiye’nin en büyük pazarı olan Ankara ve İstanbul’un tam ortasında, neredeyse Türkiye ticaretinin yarısı bu iki ilde dönüyor. Kesimhaneyi Bolu’ya kurmamızın bir diğer nedeni de Bolu’nun orman bölgesi olduğu.Bolu bir orman bölgesi, bugün gidelim Fransa ya tavukçuluk en fazla nerede bakın yine orman bölgesindedir. Arazinin kıymetli olduğu bölgelerde tavukçuluk gelişir insanları daha rahat yatırıma yönlendirebilirsin. Bütün dünya da orman köyleri hayvancılığa özellikle de tavukçuluğa teşvik edilmiştir. ”

 

10 BİN ADETTEN 400 BİN ADETE

Beypiliç’in kuruluş yıllarında günde 10 bin adet hayvan kesmeyi planladıklarını söyleyen Dr.Sait Koca bugün hedeflerinin 400 bin adet olduğunu söyledi.Koca, ‘’ Kesimhaneyi ilk kurduğumuzda hedefimiz günlük 10 bin adet kesim yapmaktı O gün için büyük hedefti. Şimdi günlük 300 bin 400 bin hedeflerini konuşuyoruz. O gün konuştuğumuz rakam günlük 10 bin hayvan kesmek ve günlük 3 – 5 bin ton üretim yapmaktı’’ dedi. Beyaz etin neden bu kadar talep edildiğine de değinen Koca, ’’Benim şu iddiam var ve yıllardır da söylüyorum. Kırmızı et benim talebeliğimden beri Türkiye’de krizde. Kırmızı ette ilerleme olmayacak gerileme olacak bunu gördüğunüzde beyaz ette daha cesur kararlar alarak yatırımlar yapabiliyoruz. Hala öyle bu sene ara iyice açıldı. Tavuk etine zam yapmıyorsun. Bizi bu yaz döneminde yüzde 30 – 40 daha zam yapsak taşırdı çünkü yok satıyordu. Ama sürümden kazanma dönemine çevirip çok üretip insanlara da bunu sunabilmek daha önemli’’ifadelerini kullandı.

 

SAATTE 10 BİN ADET KESİM YAPACAĞIZ DEDİĞİMDE DALGA GEÇMİŞLERDİ

Beypiliç Genel Müdürü Sait Koca Bolu’daki tesisi ilk kurduklarında arkadaşlarına saatte 10 bin adet kesim yapacak tesis yapıyoruz dediğini buna karşılık kendisiyle dalga geçildiğini söyledi. Koca, şirketin ilk kuruluş yıllarından bu yana firmalarının ilk öndeki firmalardan biri olacağına inandığını belirterek ‘’Firmamızın en öndeki firmalardan biri olacağına ben inanıyordum. Ama sektörün bu kadarbüyüyeceğini bana sorsanız benim beklentilerimin üzerinde. Bir de şuna bir örnek vereyim biz buradaki kesimhaneyi kurmaya karar verdiğimiz 1991 yılında, sulta fabrikasından makineleri attık duvarları yıktık bir baktık ki kocaman bir tesis, saate 10 binlik kesimhane kuruyoruz dedim. O zaman herkes benimle dalga geçti. Şimdi ise 20 binlik 30 binlik tesisler konuşuyoruz. O zamanlar bu herkesin dikkatini çekmişti. 20 – 30 yıl sonra bile ürettiği malları satamaz dediler. Şimdi görüyoruz ki ürün yetmiyor. İleride daha da büyüyecek, daha ilerleyecek’’ şeklinde konuştu.

 

ORTAKLARIMIZIN FEDAKARLIĞI SAYESİNDE


BÜYÜDÜK

Koca Şirketin bugünkü haline gelmesinde en büyük etkenin şirket ortaklarının fedakarlığı olduğunu vurguladı. Yıllarca şirketin kazandığı parayı içeride tutarak sürekli yatırım yaptıklarına değinen Koca‘’Biz ciddi oranda son birkaç yılda çok komik rakamları kar olarak dağıtmaya başladık. Şirket kazandığıparayı hep içeride tuttu. Tekrar yatırım yaptık ortaklar yatırıma bakıp ortada bir şeylerin olduğunu şirketin büyüdüğünü gördüğünde neden para vermiyorsun demedi. Yıllarca hiç para vermedik. Onun artışı çok fazla oldu. Şu anda günlük 250-260 bin adet kesim yapıyoruz hedefimiz 400 bin adet.Şirket Türkiye’ de ikinci sırada ama şu var ilk dört beş firmanın üretimleri birbirlerine çok yakın’’ dedi.

 

HAYVAN GÜBRESİ BİZİM İÇİN BİR NİMET NEDEN KORKULUYOR Kİ?

Beypiliç Genel Müdürü Sait Koca, Bolu’da en çok tartışılan konu olan tavuk gübresi konusunda düşüncelerini söyledi. Koca hayvan gübresinin Bolu için bir nimet olduğunu vurguladı. Tavuk Gübresinin kokusundan şikayet eden Bolu’lulara Sığır gübresinin daha fazla olduğunu hatırlatan Koca, ‘’Şu anda gübrelerin atılma dönemi bakalım tarlalara tavuk gübresi mi daha fazla atılıyor sığır gübresi mi. Eğer burada üretim olmasa da bu üretim Beypazarı’nda olsaydı. Gübre oradan buraya gelip yine tarlaya atılacaktı. Buradan Beypazarı’na ciddi miktarda tavuk gübresi gidiyor. Çünkü orada sebze üreticilerinin ana kaynağıdır. Kokunun kümeslerle alakası yok vatandaş gübre kullanılacaksa kümesler Zonguldak’ta da olsa yine getirir kullanır’’ dedi. Gübre Kokusunun kümeslerden gelmediğini vurgulayan Koca, ‘’ Koku serme sırasında oluşur. Kümesler büyük baş hayvana göre yüzde 10 luk bile rahatsızlık oluşturmaz. Biz kümeste iyi koşullar oluşturmayan üreticiyle çalışmıyoruz iyi bakım olanda da bu olay yaşanmıyor. Kokunun çıkması demek hayvanın sağlıklı olmaması demek’’ şeklinde konustu. Avrupa’da bu durumun daha fazla olduğuna da değinen Koca, ‘’Çıkın Avrupa’ya ana yoldan çıkar çıkmaz hayvan kokusundan geçemezsiniz. Bizde o kadar koku yok. Oradaki insanlar insan değil mi? Hayvancılıkyapacaksanız hayvan kokacak. Ama yaptırmayacağız diyorsanız o ayrı bir konu. Kümes varsa kokacak’’ ifadelerini kullandı. Koca gübrenin koku oluşmadan imha edilmesi konusunda da çalısmalarının olduğunu belirterek gübreleri çimento fabrikasında yaktırmayı düşündüklerini söyledi.

 

Fakat fabrikadan yanan gübrenin külünün doğa için çok zararlı olduğunu hatırlatan Koca, ‘’Gübreleri çimento fabrikasında yakabiliyoruz ama artan kül çevreye daha zararlı, bunun yanında toprakları organik maddece çok fakir. O zaman gübre olarak kullanalım. Kimyasal gübre fiyatları almış başını gidiyor. Kimyasal gübrenin doğaya verdiği zarar çok daha fazla, bilinçsiz kullanımdan dolayı kaynaklanan zarar daha fazla. Bundan dolayı ne olacak karar vermek lazım. Ben şunun peşindeyim gübre hemen kullanılmayacak kompaslanacak o zaman değeri 3- 4 katına çıkıyor. Kokacak mı yine kokacak’’ şeklinde konuştu.

 

KÜMESCİLİK TEŞVİK EDİLMELİ

Koca, kümesciliğin tevik edilmesini vurgulayarak, ‘’Bakın 5 bin 10 bin hayvanlık kümesi olan adamların altında kendine yetecek kadar bir arabası var. Geçimini sağlayabilir, köylü kümes olmazsa ne olacaktı.
Oradaki insanlar önce Bolu’ya göç edecekti, Bolu’da da geçimini sağlayamaz ise İstanbul’a gidecekti.

 

En azından köyde geçimini sağlıyor, hayvancılık o açıdan da önemli’’ dedi. İlk kümes kurmaya başladıklarında ormanlar yok edilecek şeklinde propagandalarla karsılaştıklarını da ifade eden Koca , ’’Bize burada kümesle ilgili konuda ORKÖY destek veriyordu. Kümesler yapılırken odunlar yanacak ormanlar gidecek diye propagandalar vardı. Aradan zaman geçince boş çıktığını gördüler. Biz devreyegirince odun kullanımını yasakladık, odunla hayvan ısıtılmaz, eskiden öyleydi, ama kömür öyle değil.Kömür desteği de verdik köylülere böylelikle ormanları da kurtardık’’ ifadelerini kullandı.

 

Şu anda Beypiliç olarak Toplam 2 bin 100 kişiye iş imkanı sağladıklarını vurgulayan Koca, bu sayının 2010’un sonunda 3 bin kişi olduğunu söyledi. Yetkililerin kendilerine yardımcı olmaları gerektiğini de vurgulayan Koca ‘’Bize biraz yardımcı olsunlar, bizim bu heyecanımızla çok daha fazlasını da oluruz’’ dedi.

Türk Tavukçuluk Tarihi Bölüm 11

$
0
0

Piliç Çevirme Beyaz Et Tüketiminde Milat

 

ERKAN KONURALP

(Fotoğraflar Çiftlik Dergisi arşivi)

 NOT:Daha Önce yayınlanan bölümler için sitemizin sol üst köşesinde yer alan “Tavukçuluk Dünyamızdan Kesitler” bölümünü ziyaret ederek ulaşabilirsiniz.

 Tavukçuluk Sektörümüz modern tesisleri sonucu halkımıza hizmet verirken, o güne kadar çoğunlukla haşlama olarak pilav üstüne konan piliç etini sevdirmek için harekete geçildi.

 

Aksaray’da çevirme piliç modası

 Bir döneme damgasını vuran Aksaray’da çevirme piliç yeme furyası, tavukçulukta beyaz et sektörünün tüketiminde milat olarak Kabul edilir.   

 

 Yıllarca Emniyet Teşkilatımızda görev yaptıktan sonra Almanya sevdasına kapılan bir maceracının hikayesi piliç çevirme olayında adeta bir milattır.

 

 Fuat Dinçer adındaki bu maceraperest büyük umutlarla Almanya’ya işçi olarak gider.Bir çok işyeri değiştiren Fuat Dinçer, bu ülkenin kendisi için bir istikbal yaratamayacağına karar verir. Almanya’nın sosyal hayatına ve gelenek,göreneklerine yabancı olan Fuat Dinçer Türkiye’ye dönmeye karar verir.Temelli dönüş öncesi Türkiye’de bir iş kurmak niyeti olan Fuat Dinçer o yıllarda moda olan piliç çevirme makineleri ile ilgili olarak araştırma yapar.

 

Piliç çevirme Almanya’da Wienerwald’de yenir..

O yıllardan itibaren Wienerwald restaurantları, piliç çevirme işinde o kadar büyük isim yaptı ki,Almanya’ya giden tüm ziyaretçilerin uğrak yeri haline geldi.Bu restaurantlarda tavuk suyu çorba,piliç çevirme, kızarmış patates ve iki çeşit kızgın fritözlerde pişirilen mısır unlu ve sade tavuk parçaları müşteriler tarafından büyük rağbet görürdü.

 

Fuat Dinçer bu restaurant’ın bir benzerini hayata geçirmek için Türkiye’ye dönmeye karar verir.Bu kararı verdikten sonra Türkiye’de bulunmayan piliç çevirme dolaplarından satın alır.Artık Türkiye’ye dönme zamanı gelmiştir.

 

AKSARAY ŞENLENİYOR

Fuat Dinçer’in piliç çevirme dolaplarını satın alarak Türkiye’ye gelmesi 1963 yılına rastlar.Bu gelişinden sonra Fuat Dinçer açacağı dükkanın araştırmasını yapar ve İstanbul Aksaray semtinde karar verir.Bu kararı vermesi ve dükkanın açılışı 1964 yılının sonlarına rastlar.İşte “ŞÖLEN PİLİÇ” İstanbul halkı ile tanışır.

 

Fuat Dinçer’in Aksaray’da açtığı Şölen Piliç dükkanı hergün dolar taşar.Artık Şölen Piliç’in çevirme ve fritözde pişirilmiş tavuk parçaları ve kızartılmış patates müşteriler tarafından çok tutulur.Öyle ki,İstanbul’a gelen bir ziyaretçi özellikle piliç çevirme ve patates’I tatmak için Şölen Piliç’in yolunu tutar.

 

PİLİÇ BULMAK ZOR

Çevirme yapmak için özellikle 1250 gram gelen piliçler makineye takılmak için gramaj olarak uygundur.Bu gramajdaki piliçleri bulmakta o tarihlerde zordur.Fakat dinçer büyük çaba harcayarak bu gramajdaki piliçleri zorda olsa bulmaya özen gösterir.Piliçlerin temininde Tekirdağ Şarköy  Mürefte’deki besicilerin rolü büyük olur. 

 

KUNTERLER DEVREYE GİRİYOR

1965 yıllarında Aksaray semtinde oturan rahmetle andığımız Mustafa Kunter,tavukçulk yapmaya karar verir ve çalışmalarını hızlandırır.

 

1965 yılında İstanbul Büyük Çekmece Çatalca yolu üzerinde bulunan Kunter ailesi tarafından kurulan tavuk üretim çiftliğinde Halkalı Ziraat Mektebi’nden alınan 1000 adet civciv ile Mustafa Kunter ve oğlu Demir Kunter, etlik piliç eti yetiştirmeye başlarlar.Daha sonra Güneşli’de kurulu, Koçman çiftliğinden alınan et ırkı civcivler Yenibosna’daki devlet yem sanayiden temin edilen yemlerle beslenerek Tophane’deki canlı tavuk borsasında piyasaya sunulur.Babası ile birlikte Çatalca’ki kümese büyük emek veren Demir Kunter, sırtında yem çuvallarını taşıyarak bu günkü Şölen Piliç’in temellerini attılar.

 

İzmir’deki Yupi ve İstanbul  Kurtköy’de Tok Tavuk, Samandıra’da da Pak Tavuk. Türkiye’de ilk et ırkı broiler civciv üreten tesislerdi. Topkapı’da Koçman ailesi ve İsraillerin ortak kurduğu ABIC (daha sonraki ismi Topkapı Yem Sanayi) et ırkı civcivler için ilk yem üreten firmalar oldu.
1970 yılına geldiğinde Bolu yöresindeki orman köylülerini kalkındırmak ve ormanların kesilmesini önlemek için ORKÖY projesi başlatıldı.   proje çerçevesinde köylüye civciv ve yem dağıtılarak broiler piliç üretimine geçildi. Demir Kunter Koçman çiftliğinden aldığı civcivler ile devlet yem sanayinden aldığı yemleri Bolu-Düzce Yığılca bölgesindeki sözleşmeli yetiştiricilere dağıtarak o bölgedeki etlik piliç üretiminin temellerini atanlardan biri olmuştur.

 

Bu arada Baba,oğul Kunter’ler Aksaray’da bulunan Şölen Piliç’in de  tedarikçisi olurlar.

 

1970 yılına geldiğinde Bolu yöresindeki orman köylülerini kalkındırmak ve ormanların kesilmesini önlemek için ORKÖY projesi başlatıldı. Bu proje çerçevesinde köylüye civciv ve yem dağıtılarak broiler piliç üretimine geçildi. Demir Kunter Koçman çiftliğinden aldığı civcivler ile devlet yem sanayinden temin ettiği yemleri Bolu-Düzce Yığılca bölgesindeki sözleşmeli yetiştiricilere dağıtarak o bölgedeki etlik piliç üretiminin temellerini atanlardan biri olmuştur.

 

1974 yılında evlenen Demir Kunter’in yanında Türk Tavukçuluk sektörünün duayenlerinden Hanri Benazus,Jack Rozanes,Süreyya Astarcı,Muzaffer Şener ve diğerleri yer aldı.

 

PİLİÇ ÇEVİRME İLE ALINAN GEMİ

İstanbul Aksaray semtinde Şölen Piliç ile büyük isim yapan Fuat Dinçer kazandığı paralarla bir gemi satın alır ve nakliye yapma kararı alır.Bu sıralarda piliç fiatları üretimden sonra 3 kat bir fiatla alıcı buluyordu.Şahit olduğunuz gibi piliç satarak 1978 yılında bir gemi alınabiliyordu.

 

ŞÖLEN PİLİÇ EL DEĞİŞTİRİYOR

Fuat Dinçer’in büyük emeklerle kurduğu ve bir efsane halini alan Şölen Piliç Kunter ailesi tarafından 4 milyon liraya,bir milyonu peşin verilerek satın alınıyor.Geri kalan 3 milyon lira ise, Şölen Piliç dükkan kazancı ile ödeniyor.

 

1978 yılında Demir Kunter 1965′ten beri pilicini verdiği Şölen Piliç Restorantı satın alıyor.Böylece hem pilici yetiştiren, kesip satan ve de kendi Restorantında pişirip satan bir işletme oluşuyor.1965-1985 yılları arasında piliç çevirme sadece Aksaray civarında vardı.O tarihlerde İstanbul Üniversitesinde okuyan herkes okul çıkışı Şölen Piliçte kızarmış pilici zevkle yemişlerdir.

 

O zamana kadar Kunter tavukçuluk markası ile piliç yetiştiren Demir Kunter, Şölen Piliç markasını kullanmaya başlıyor ve Anonim Şirketi haline geliyor. Şölen Piliç Gıda Sanayi A.Ş tüm hisseleri Kunter ailesine ait bir aile şirketidir.

 

 ŞÖLEN PİLİÇ BİNASI DA SATIN ALINIYOR

1983 yılında Şölen Piliç’in İstanbul Aksaray semtindeki binası Kunter ailesi tarafından 5 milyon liraya satıl alınarak sermayeye katılıyor.

 

Bolu ve Bandırma yöresinde entegre tavukçuluğun çok gelişmesi  ile çiftlikleri Trakya bölgesinde olan Şölen Piliç üretimi bırakıp Entegre Piliç Üretim tesislerinden piliç temin ederek satmaya başlıyor.

 

Bugün Şölen Piliç A.Ş. Sağlıklı Tavuk Bilgi  Platformuna üye tesislerde üretilen etlik piliç etlerinin İstanbul ve civarında satış ve dağıtımını yapmaktadır. İstanbul Mahmutbey İstoç’ta kurulu soğuk hava deposu ve dağıtım tesisleri ile okul, hastaneler, catering firmaları ve piliç eti ihtiyacı olan tüm kurum ve kuruluşlara, soğuk zincir bozulmadan frigorifik dağıtım araçları ile hizmet vermektedir. Her türlü gıda kalite ve hijyen sanitasyon belgesine sahiptir.

 

1965 Yılından beri tavukçuluk yapan ŞÖLEN PİLİÇ üretimi bıraktı. Fakat tavukçuluğu bırakmadı. Uzun tetkikler sonucu, LEZİTA firmasının İSTANBUL bayii oldu.

 

Şölen Piliç,İstanbul İstoç’ta kurulu tesislerinde tüm tecrübesiyle Lezita Piliç ve diğer mamüllerini hijyen kurallarını uygulayarak  satışını yapmaktadır.

 

NOT: Gelecek yayınımızda  piliç sektörümüzün kalbi  sayılan Bandırma yöresinden bir güneş gibi doğan ve sektürümüze büyük katkısı olan BOR ailesinin yarattığı Emek tavuk’un, Şeker Piliç’e dönüşüm  hikayesini bulacaksınız.  

Türk Tavukçuluk Tarihi Bölüm 12

$
0
0

HÜSEYİN AMCA’NIN CİVCİV HOBİSİ  İLE EMEĞİ,BUGÜNÜN DEV ŞİRKETİ ŞEKER PİLİCİN TEMELİNİ BELİRLEDİ

 

ERKAN KONURALP  (Fotograflar Çiftlik Dergisi Arşivi)

 

NOT:Daha Önce yayınlanan bölümler için sitemizin sol üst köşesinde yer alan “Tavukçuluk Dünyamızdan Kesitler” bölümünü ziyaret ediniz.

 

Hayvancılık ile ilgili hiçbir ilgisi olmayan lojistik şirketi bulunan Hüseyin amca’nın(Hüseyin Bor),un çocukları ile verdiği emek,bugünün dev entegre şirketi Şeker Piliç’i yarattı.

 

 

1958 yılında Bandırma’nın en önemli lojistik firmalandan birine sahip biri olan Hüseyin Bor,arsasının üzerine kurduğu kümeslerde hobi olarak civciv beslemeye başladı. Neden 225 civciv diye merak ederseniz,o yıllarda kümeslere giren hastalık tümünü yok ediyordu.

 

 İşe 225 civcivle başlayan Şeker Piliç, AB’ye ihracat yapan ilk firmalardan oldu

 

Balıkesir’in Bandırma ilçesinde bulunan Şeker Piliç’in Pazarlama Koordinatörü Kaan Bor, 1958 yılında dedesi Hüseyin Bor’un bahçesinde kurduğu küçük bir kümeste yetiştirdiği 225 civcivle başlayan ticari girişimin, bugün yıllık 290 milyon lira ciro yapan büyük bir tesise dönüştüğünü söyledi. Bor, Avrupa Birliği (AB)’ne ilk beyaz et ihracatı yapan şirketlerden biri olarak tarihe geçtiklerini belirterek, 35 hektarda 7 bin metrekare kapalı alanda faaliyet gösteren tesiste, günde 500 ton piliç eti işlendiğini kaydetti.

 

 ’KAPI KAPI DOLAŞARAK YUMURTA  SATTIK’

 

Dedesi tarafından kurulan kümeste üretilen yumurtaları kapı kapı gezerek sattıklarını anlatan Kaan Bor, zamanla işlerin büyüdüğünü ifade etti. Şeker Piliç’in ilk kümesinin 1960 yılında Emek Tavukçuluk adıyla kurulduğunu belirten Bor, “Dedemin vefatıyla babam Osman Bor ve amcam Ali Bor, işin başına geçti. Bir kümesle başlayan ticari girişim, büyüyerek devam etti. ” dedi. Ailenin üçüncü kuşak fertleri olarak kardeşi Satış Koordinatörü Hakan Bor ve kuzenleriyle birlikte çalıştıklarını ifade eden Bor, entegre tesis bünyesinde damızlık civciv tesisleri, kuluçka üniteleri, yem fabrikası ve kesimhaneler bulunduğunu anlattı. İlk yem fabrikasını 1990 yılında devreye aldıklarını belirten Bor, “1994 yılında ise kuluçka tesislemizi büyüttük. Eskişehir’de de damızlık tesislerimiz var. Ayrıca Bandırma’nın köylerinde, bize fason üretim yapan bin 500 kişi var. Tesislerimizde toplam bin 600 kişi çalışıyor. Ayrıca taşeronlar, dışarıdan iş yapanlar ve bunların ailelerini de katarsanız toplamda 12 bin civarında istihdamımız var. Pazardaki payımız, yüzde 7 civarında. Entegrasyonun son halkası ve merkezi konumundkia kesim tesisleri, 1995 yılında hizmete girdi.” şeklinde konuştu.

 

‘AVRUPA’YA İLK BEYAZ ET İHRACATI YAPAN FİRMALAR ARASINDA’

 

Şeker Piliç’in kesim tesislerinin, 2003 yılında Tarım Bakanlığı tarafından yapılan denetlemeler sonucunda AB ülkelerine ihracat yapabilecek altı tesisten biri olarak seçildiğine dikkat çeken Kaan Bor, 2009′da AB’ye ilk beyaz et ihracatı yapan şirketlerden biri olarak tarihe geçtiklerini söyledi. 2010 yılında 7 bin tonluk ihracat yaptıklarını belirten Bor, şunları kaydetti: “Bunun büyük kısmı, bütün piliç olarak ihraç edildi. İran, Almanya, Çin ve Tayland’a 12 milyon dolarlık ihracat yaptık. 2011 yılında 15 milyon dolar hedefliyoruz. İstanbul Sanayi Odası’nın,Türkiye’nin en büyük 500 firması listesinde, 1997 yılında 493. sırada yer aldık. İlerleyen yıllarda üst basamaklara tırmandık. Hedefimiz. ilk 100 firma arasına girmek.”

 

 ’HELAL GIDA BELGESİ ALAN ÜÇ FİRMADAN BİRİYİZ’

 

Satış Koordinatörü Hakan Bor ise Türkiye’nin helal gıda sertifikasına sahip üç entegre tavukçuluk firmasından biri olduklarını belirterek, insanlara güvenli ve huzurlu ürün sunduklarını söyledi. “Tesislerimiz modern ve istenen seviyede olduğu için dört ay gibi kısa bir sürede bu belgeyi aldık.” diyen Bor, İslam Konferansı Örgütü (İKÖ)’ne üye ülkelere daha çok ihracat yapmayı ve dünyada 2 trilyon dolar olarak ifade edilen helal gıda pazarından pay almayı planladıklarını vurguladı. Tesislerinde İslami kurallara uygun kesim yapıldığını ve bunun Bandırma İlçe Müftülüğü tarafından belgelendirildiğini ifade eden Hakan Bor, “Detaylı incelemeler sonucunda, Şeker ürünlerinin temiz ve helal olduğu, yenmesinde dinen hiçbir sakınca bulunmadığı konusunda belge verilmiştir. İlçe müftülüğü, her yıl periyodik olarak konuyla ilgili incelemelerini yapmaktadır. Şeker Piliç olarak bugüne kadar kesim ve işleme konusunda, insanların gönül rahatlığıyla yiyebileceği üretim anlayışıyla, İslami usullere uygun çalışma hassasiyetimizi en üst düzeyde tutuk. Başvurumuzun sonucunda ‘Helal Gıda’ belgesi aldık. Bu süreçte tesisimiz, baştan aşağıya incelendi. Sertifikayla öncelikle hassasiyetlerimizi tescil ettirdik. Ayrıca ihracat faaliyetlerinde elimizi güçlendiren bir belgeye kavuştuk. Amacımız, uluslararası pazarlarda var olan prestijimizi daha da artırmak.” dedi.

 

 EMEK TAVUK-ŞEKER PİLİÇ

 

Türk Tavukçuluk Tarihi ile ilgili yayınımızın ilk bölümlerinde et ve yumurta yönlü beyaz et ürünlerinin kırsal kesimlerde üretildiğini hatırlatmıştık.Kırsal bölgelerde doğal ortamda beslenen bu tavuklarında ekseriyetle Balıkesir-Bandırma yöresinde yoğunlaştığı dikkat çeker.Bu yetişen tavuklar tahta kafeslere konulur ve Bandırma merkezde satıldığı gibi büyük çoğunluğu da  gemi ile İstanbul Tophane semtine nakledilirdi.Bandırma’dan gelen bu tavuklar Tophane semtindeki iptidai odalarda roman vatandaşlar tarafından  kesilip,yolunur ve kafaları üzerlerinde kalmak suretiyle içleri temizlenir ve sepetlere konularak sabaha karşı İstanbul Beyoğlu semtinde bulunan Balıkpazarı kasaplarına dağıtılırdı.

 

Bu yıllarda Bandırma yöresinin tanınmış nakliyecilerinden Hüseyin Bor,hobi olarak bahçesinde tavuk yetiştirme kararı alır ve 225 civciv ile bu işe başlar.Bandırma yöresinde herkes tarafından sevilen Hüseyin Bor, tüm işinden arta kalan zamanını civcivlerine ayırır.(1958)

 

Türk Tavukçuluk tarihimizin büyük uzmanlarından Veteriner Hekim Nurettin Gürsoy ile yaptığım bir söyleşide bana çok ilginç bilgiler vermişti bu konuda.Bu yıllarda Balıkesir Gönen’de bulunan Devlet Üretme Çiftliğine Kiliseler Birliği tarafından damızlık bir süre hibe edilir.Bu sürü üretme çiftliğinde üretime geçikrilir veTürkiye’nin ilk damızlık civcivi piyasaya verilir.Daha sonra da aynı çiftliğe Amerikan Marshall yardımı çerçevesinde New Hampshire ırkı damızlık verilir.

 

YETİŞTİRİLEN CİVCİVLER CİNSİYET TAYİNİ YAPILMADAN  ÜRETİCİYE VERİLİRDİ

 

Şeker, 1960 yılında Emek Tavukçuluk adıyla kuruldu. Söz konusu dönemde kırsal bölgelerde beslenen tavukların yumurtaları şehirlere getirilip satılır ve halkın ihtiyacı bu şekilde karşılanırdı. Devlet çiftliklerinde, Amerika’dan Marshall yardımı çerçevesinde Türkiye’ye getirilen New Hampshire tavukları vardı. Bu tavukların yumurtalarından cinsiyet tayini yapılmadan civciv çıkarılır ve satılırdı. Sektördeki bu boşluğu fark ederek profesyonel bir yaklaşımla işe başlayan Emek Tavukçuluk, artan damızlık ihtiyacı karşısında kuluçka makinelerine yatırım yaptı. 1973 yılında, haftalık yumurta kapasitesini 14 bin adede yükselterek hedef büyüttü. 1983 yılında, 230 bin 400 yumurta kapasiteli Hollanda yapımı kuluçka makineleri ithal ederek, hızla büyüdü. Amerikan Hy-Line firması ile yapılan ortak çalışmalar sonrasında kurulan damızlık kümeslerinde etlik ve yumurtalık tavuk üretimine geçildi.

 

Damızlık kümes yatırımlarının artmasıyla 1990 yılında bir yem fabrikası kuruldu. Yatırımlarla hızla büyüyen Emek Tavukçuluk, kuluçka tesisleri ve kesimhanenin kurulması, çiftliklerin artmasıyla 1999 yılında unvan değiştirerek Şeker Piliç adını aldı.

 

Türkiye’nin halka açık iki beyaz et firmasından biri olma özelliği taşıyan Şeker Piliç’in hisse senetleri 22 Şubat 2000’de İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda işlem görmeye başladı. İstanbul Sanayi Odası’nın yaptığı ve Türkiye’nin en büyük 500 firmasının belirlendiği çalışmada ilk kez 1997 yılında 493’üncü sırada yer aldı. İlerleyen yıllarda da listenin üst basamaklarına tırmanarak başarısını sürdürdü.

 

Şeker, 2008 ve 2009’da yeniden yapılanma çalışmalarını hızlandırarak, bir taraftan yeni yatırımlarla kapasitesini artırdı, diğer taraftan da markasına önemli yatırımlar yaparak logosunu değiştirdi.

 

2009 yılı sonunda yeni yüzüyle tüketicisiyle buluşan Şeker, ihracat pazarlarındaki atağıyla da sektörün öne çıkan isimlerinden biri oldu. Yatırımların tamamlanmasıyla üretim kapasitesi 100 bin tona ulaşacak Şeker, 2010 yılında 14 bin metrekarelik kesimhanesini faaliyete geçirecek. İleri işlenmiş ürünlerde ise şu anda 6 bin ton olan üretim kapasitesi yatırımların tamamlanmasının ardından 12 bin tona yükselecek.

 

Türk halkının hak ettiği güvenilir ve sağlıklı piliç eti ve ürünlerini üretme hedefiyle sürekli kendini yenileyen Şeker, Türkiye’nin ve dünyanın lider üreticilerinden biri olma felsefesiyle hareket ediyor.

 

Bu başarı öyküsünün kurucuları, Başta Hüseyin Bor olmak üzere, bugünün Şeker Piliç Yönetim Kurulu Başkanı Ali BOR ve Başkan Yardımcısı Osman BOR kardeşler ile diğer şirkete emek veren diğerleri.

 

İşte sizlere bir ailenin emeği ile ortaya çıkan “şeker Pili甑in öyküsü

 

 

 

 

 

 

 


Türk Tavukçuluk Tarihi Bölüm :13 HASTAVUK

$
0
0

TÜRK TAVUKÇULUK TARİHİ BÖLÜM:13

 

LADES KEMİĞİNİN ORTAYA ÇIKARDIĞI DEV ENTEGRE…

 

ERKAN KONURALP (Fotoğraflar Çiftlik Dergisi arşivi)

 

Bursa’da eskilerin “Etle-kemik” gibi dedikleri iki arkadaş vardı.Bu arkadaşlar öyle birbirlerine yakındılar ki,tüm yöre sakinleri böyle bir arkadaşlağın nasıl olabileceğini kendilerine sürekli sorarlardı.Bu arkadaşlardan birinin adı Sedat Sırrı Sezer ve diğerininki de İsmail Hakkı Yılmaz’dı.Arkadaşlıklarının yakınlığını anlatmak için 1988 yılında kendileri ile yaptığımız sohbetler sırasında hayretler içinde kaldığım bir anektodu sizlere aktarmadan geçemeyeceğim.

 

İsmail Hakkı Yılmaz’ın 1972 yılında çok ama çok sevdiği ve Bursada bir eşinin de bulunmadığı spor Amerikan arabası varmış.Bu arabaya çok ama çok itina gösterirmiş.Bir gün semtte bir arkadaşı Sedat Sırrı  Sezer’e, İsmail Hakkı Yılmaz’a ne kadar sözü geçebileceğini  sorar.Aldığı cevap “Sınırsız” dır.Bunun üzerine arkadaşı “Peki İsmail beyin sahibi olduğu spor arabayı bana satar mısın?” der.Sedat bey hiç ama hiç beklemeden ” Tabi”der.Bunun üzerine “Bana sunu ispatlar mısın?) diye soran arkadaşı ile iddiaya girer.Ertesi gündü arabayı teslim eder.

 

Akşam eve gelen İsmail bey arabasını göremeyince,Evdekilerden Sedat bey tarafından  alındığını  öğrenir.Sonra Sedat bey ile buluştuğunda arabayı sorar,satıldığını öğrenince “Sağlık Olsun”diyerek konuyu kapatır.Daha sonra İsmail bey arabanının devrini yapar.İşte bu iki arkadaşın yakınlığına güzel bir örnek.

 

SEDAT BEYİN HOBİSİ TAVUKÇULUK AMA…

 

Sedat Sırrı beyin en büyük tutkusu yani hobisi tavuk beslemek.Böyle olunca da her iki arkadaşın buluşmasında konu döner dolaşır ve  İsmail beye sürekli söylediği tavukçuluk işi devamlı ertelenir.Birgün Sedat bey İsmail bey ile lokantada yemek yedikten sonra eline aldığı “Lades Kemiği” ni uzatır ve “Gel lades tutuşalım’der.Bunun üzerine İsmail bey “Peki tutuşalım da neyine der.?” Bunun üzerine Sedat bey “Kim kaybederse  diğerinin isteğini yerine getirecek” der.Anlaşma yapılır ve lades tutuşulur.Lades’i Sedat bey kazanır ve isteğini söyler “İsmail yeni yeni değer kazanan tavukçuluk işine  bir el atacağız” der.İsmail bey bu teklifi geri çeviremez ve o günden sonra araştırmalar başlar.İşte Hastavuk’un dünyaya geliş hikayesi budur.

Sedat ve İsmail beyler ortaklıklarından sonra  kendilerine büyük katkı sağlayan iki kişi daha vardır.Bunlar Müjdat ve Nejat Sezer. Yani Sedat Sırrı Sezer’in iki çocuğu.Müjdat mesleği gereği Hastavuk firmasının damızlık,teknik ve sağlık işlerinden sorumlu olurken, Nejat Sezer ise Mali konulardan sorumlu olur.

 

Yakın zamanda da İsmail Yılmaz’ın kızı Özlem Yılmaz’da Veteriner Fakültesini bitirip stajını tamamladıktan sonra şirket çalışmalarında görev aldı ve Yönetim Kurulu üyesi oldu.

 

“CEYAR” İSMİ NEREDEN GELİYOR

 

Bilindiği gibi yıllar önce “Dallas” dizisi ile gündeme gelen ve acımasız karekteri ile tanıdığımız “Ceyar” adı sektör tarafından İsmail Yılmaz’a verilir.Bu ismin verilmesindeki en büyük etken ise, İsmail Yılmaz’ın ticarette ödün vermeyen duruşu olarak kabul edilir.Bu ciddiyet olmasaydı Hastavuk gibi bir dünya devi nereden çıkardı?

 

Daha sonraları şirkete genel müdür olarak atanan Şahin Özdemir kuruluşun yükselmesinde büyük emeği olur.Şirketin uluslararası düzeye gelmesinde de büyük çalışmalar yapar.

 

TÜRKİYE’DE TAVUKÇULUK SEKTÖRÜ

 

Türkiye’deki tavukçuluk sektörünün özellikle 1980′li yıllardan itibaren gelişmeye başladığını söyleyen Hastavuk A.Ş Genel Müdürü Şahin Aydemir ise özellikle 2000′li yıllardan sonra Türkiye’de insan sağlığı, hijyen ve izlenebilirlik yöntemleri ile üretim yapan çok az sektörlerden bir tanesi olduklarını anlattı.

 

Artık her bir alıcının tükettiği yumurta veya beyaz etin hangi süreçlerden geçtiğini izleyebildiğini ifade eden Aydemir, şunları söyledi: “Bugün sofranızda yediğiniz bir yumurta veya etin geriye dönük izlenebilirlik süreci içerisinde, size gelmeden önce hangi sürelerden geçtiğini, hangi tür yemler yediğini, her şeyini görebilme şansınız var. Bunu her tüketicinin rahatlıkla izleme şansı var”

 

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ve denetleme birimlerinin bu konuda çok güzel bir sisteme sahip olduklarını belirten Aydemir, sözlerine şöyle devam etti: “Tüm işletmeler bu şekilde denetlenebilmekte. Ondan dolayı Türkiye’deki tavukçuluk sektörü her geçen gün ihracat ivmesini artırmakta ve dünya pazarlarında aranan bir ülke olmaktayız”

 

KAYIT DIŞI ÜRETİM YAPILAMAZ

 

Türkiye’nin tavuk ve tavuk ürünleri ihracatında dünya sıralamasında 7′inci sırada olduğunu ifade eden Aydemir, bunun nedeninin son derece güvenli hayvansal protein üretimi yaptıkları ile ilgili olduğunu söyledi. Hastavuk A.Ş Genel Müdürü Şahin Aydemir konuşmalarını şöyle sürdürdü: “Avrupa Birliği ülkeleri ve diğer ülkeler bunu izleyebilmekte ve kontrol edebilmekte. Türkiye’deki tavuk ürünleri bundan dolayı tercih edilmektedir. Türkiye’de 2005 yılında Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının yaptığı bir yenileme sonrasında, şu an kayıt dışı bir tane dahi yumurta veya bir kilogram et üretebilme şansımız yok. Çünkü Türkiye’deki her kümes Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının kayıtlı formundadır.”

 

AÇIKLAMALAR GERÇEĞİ YANSITMIYOR

 

Son günlerde tavuk ve tavuk ürünleri ile ilgili açıklamaların bilim ve gerçeği bilmeyenler tarafından yapıldığını söyleyen Aydemir, sözlerini şöyle sürdürdü: “Biz bunlarla muhatap bile olmadık. Çünkü günde 3 tane yumurta yumurtladığı söyleniyor. Bilime aykırı. Bir tavuk 26 saatte bir yumurtayı oluşturabilir. Bunun dünyanın hangi yerine giderseniz gidin böyledir. Bunun başka şekilde değiştirilmesi imkanı yoktur.Bunu bilmeden konuşulmamalı”

 

Bugün Türkiye tavukçuluğunun dünya tavukçuluğu ile bir arada olduğunu ifade eden Aydemir, dünyanın birçok ülkesinden Türkiye’deki tavukçuluğa gıpta ile bakıldığını kaydetti.

 

Türkiye’de 1985′li yıllara kadar et ırklarının olmadığını söyleyen Aydemir, sözlerine şöyle devam etti: “Nasıl büyükbaşta sütte et ve süt ırkları ayrıysa, tavukta da et ve yumurta ırkları ayrıdır. Yumurta üreten bir tavuk 4-5 ayda büyür, et üreten bir tavuk 40 günde büyür. Bir kişiye doğmuş bir günlük civciv verelim, evinizdeki balkon ya da bahçede doğal yemlerle besleyin. Bakın 40 günde 2, 2.5 kilogram olacaktır. Çünkü hayvanın özelliği budur. Bunu bilmeyen insanlar kendince konuşuyor. Bilimsel olarak da zaten dünyada böyle bir şey, bunu yapabilmiş bir ülke, yapabilmiş bir bilim adamı da yok.”

 

Yumurtanın çocuk, kadın veya erkek sağlığı için en önemli hayvansal proteinlerden biri olduğunu kaydeden Aydemir, konuşmalarını şöyle sürdürdü: “Düzenli tüketimlerde kadınlarda meme kanseri riskini azaltıyor. Kalp krizi riskini azaltıyor, çocuklarda beyin hücrelerinin daha çok gelişmesini sağlıyor. Bugün Amerika’daki kişi başı yumurta tüketimi 256, Avrupa’daki tüketim 280 adettir. Türkiye’de ise hâla 140 adetlerde. Gelişmek istiyorsak biz bunları artırmak zorundayız. Çünkü hayvansal protein, kolinle beraber beyin hücreleri ve insanların gelişimini sağlıyor. Bugün toplantıya katılan kişilerin yüzde 90′ını Türkiye’deki yumurta üreticileri oluşturuyor. Hepimiz sağlığımızı, çocuklarımızın sağlığını düşünüyoruz. Buradaki yumurta üreticilerinin her biri kendi çocuklarına yediremeyeceği bir ürünü kimsenin çocuğuna yediremez. Ama maalesef gıda terörü önleyicisi adı altında insanlar bilmeden veya konunun derinliğine girmeden, hiçbir bilimsel temele dayanmadan konuşuyorlar.”

 

Son günlerde tartışılan konuların ‘mesnetsiz iftiralar’ olduğunu belirten Aydemir, şöyle konuştu: “Bugün Türkiye’de yanıltıcı reklam bile suç iken insanların sağlığı ile oynayan yanlış haber vermek veya yanlış yönlendirmeler tamamen suçtur. Hukuki olarak bu konuda gerekli dava açıldı ve hukuki mecralarda o kişilerle görüşeceğiz”

 

DÜNYA İHRACATINDA 7′NCİ SIRADAYIZ

 

Türkiye’de gıda savunuculuğu adı altında politikalar yapanların gıda terörü yaptığını savunan Aydemir, doğruları konuşarak ileri gitmek zorunda olduklarını söyledi.

 

Türkiye’de bir yılda 13.5 milyar yumurta üretildiğini kaydeden Aydemir, şöyle konuştu: “Bugün itibari ile Türkiye’de 1 milyon 800 bin ton beyaz et üretilmektedir. Yumurta üretiminde dünya sıralamasında 11′inci, dünya ihracatında 7′inci sıradayız. Her geçen gün Türkiye’deki yumurta, tavuk, tavuk ürünleri üretim kalitesinden dolayı ihracat ivmesi atarak gitmektedir. Bu yıl 1 milyar dolar ihracat hedefimiz var”

 

2015 yılında 3 milyar dolar ihracat hedeflediklerini söyleyen Aydemir, sözlerini şöyle sürdürdü: “Tarım sektörü olarak 14 milyar dolar ihracatın yüzde 8′ini sadece bu sektör yapmaktadır. Cari açığı kapatabilen en önemli sektörlerden biriyiz. Türkiye’nin her yöresinden 35 ülkeye ihracat yapılıyor”

 

AB ÜLKELERİNE İHRACATI BAŞLAYACAK

 

Üç hafta önce Avrupa Birliği (AB) ülkelerinden Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına resmi talep geldiğini söyleyen Aydemir, bağlantıların yapıldığı ve ihracatın başlayacağını belirtti.

 

AB ülkelerinin dünyadaki ithalat sıralamasında ilk 4′lerde olduğunu kaydeden Aydemir, sözlerini şöyle tamamladı: “Dünyadaki en büyük ithalatçılardan bir tanesi Almanya’dır. Almanya’da yaşayan Türkler nedeniyle çok ciddi talep vardır. Hollanda, İngiltere, Fransa gibi birçok ülkeye beyaz işlenmiş ürünleri ihraç edildi. Bu anlamda o kadar büyük bir talep var ki Türkiye bu pazara girdiği zaman diğer ülkeleri pazardan hemen egale ediyor. Türkiye’nin en büyük özelliği girdiği her ülkede ürün kalitesi ile hemen birinci sıraya çıkıyor. Bugün ihracat yaptığımız ülkelerde Türk ürünleri Brezilya, Amerika, Arjantin’in ürünlerinden daha pahalı satılıyor, daha kaliteli olduğu için”

 

DÜNYA MÜKEMMELLİK ÖDÜLÜ

 

1972 yılında Sedat Sırrı Sezer ve İsmail Hakkı Yılmaz tarafından Bursa merkezli kurulan HasTavuk, damızlık yumurtadan, yumurtalık ve etlik civcive, yarkadan yem üretimine kadar tavukçuluğun her alanında faaliyet göstermektedir. Dünya ve Türkiye pazarlarında performans ivmesi her geçen gün yükselen, çalışmalarında günlük düşünmediğini faaliyetleri ile kanıtlayan, kurum kimliğini kazanmış, kalite sistem ve arge çalışmalarıyla her gün biraz daha ilerleyen, çevreye duyarlı HasTavuk;  Kalitesi ve üstün başarılarıyla “Dünya Mükemmellik Ödülü”ne defalarca layık gösterilen firma olmuştur. Sektöründe en çok ihracat yapan firma olmasıyla, ekonomiye kattığı değerlerle devlet kurum ve kuruluşları tarafından ödüllendirilmiştir.

 

Ayrıca kurumsallaşma sürecinde profesyonelleşmeyi en kısa sürede gerçekleştirmesi sebebiyle Türkiye’nin en başarılı 4 firması arasında gösterilmiştir.

 

Kurulduğu günden itibaren sürekli gelişen, teknolojiye ayak uyduran ve sektörü yakından takip ederek gelişimine katkıda bulunan HasTavuk; Deneyim ve sahip olduğu tecrübesi ile hiç girilmeyen pazarlara girerek, sektöründe en fazla ihracat yaparak ve bir ürünün bir ülkeye ilk ihracatını gerçekleştirerek sektörde öncü firma olmanın haklı gururunu taşımaktadır. Yurtiçi ve yurtdışı fuarlarda sektörün ve ülkenin en önemli tanıtım temsilcilerinden biri olan HasTavuk; dünyanın bir çok ülkesine ihracat yapan Türkiye ve Avrupa’nın tek çatı altında en büyük kuluçka kapasitesine sahip Türk damızlıkçı firmasıdır.

 

Türkiye’nin bir çok noktasında birbirinden bağımsız ve ari bölgelerde kurulu modern tesisleri, sahip olduğu ürün çeşitliliği, hijyen ve kalite felsefesinden ödün vermeden sektöründe öncü marka olarak gelişimini sürdüren, bugünkü tavukçuluk endüstrisinin gelişimi için üzerine düşeni yapmaktadır.

 

HasTavuk, taşıdığı vizyonu, sahip olduğu değerleri, altyapısı, tesisleri, teknolojisi, kalitesi, sosyal projeleri, profesyonel ve deneyimli insan kaynakları ile yaratmış olduğu farklılıkla sektörüne önderlik etmektedir.

 

Gerçekleştirmiş olduğu sosyal sorumluluk projeleriyle de üzerine düşen sosyal görevleri yerine getiren HasTavuk, sektöründe, hak ettiği konumu güçlendirmeye devam etmektedir.   Toplumsal Sorumluluk çerçevesinde yapılan bazı çalışmalar:

 

Her yıl tesislerin bulunduğu il, ilçe ve köylerde ağaçlandırma etkinlikleri yapmak, Maddi durumu olmayan başarılı çocuklara burs olanakları sağlamak, Dar gelirli vatandaşların sünnet olacak çocukları için toplu sünnet imkanı sağlamak, Sağlık problemi olan dar gelirlilere tedavi desteği vermek, Sektörel toplantı ve seminerler düzenlemek, Tarım arazileri etkin kullanımı için köylü bilinçlendirme eğitimleri yapmak, Özel sektör ve üniversite iş birliği ile proje çalışmaları yapmak, Yurtiçi ve yurtdışı fuarlar düzenlemek, Toplumda tüketimi arttırıcı çalışmalar yapmak,  Müşteri, üretici ve stajyerlere yönelik HasTavuk Okulu’nda eğitim çalışmaları yapmak, Yasaklı olan çıkma tavuğun (salam, sosis, sucuk ve..) değerlendirilmesi ile İlgili çalışmalar yaparak ekonomiye nasıl katkı sağlanacağı konusunda müşterileri ve üreticileri bilinçlendirmek, Yumurtacı, beyaz etçi birlikleri ve bakanlıkla birlikte, hayvansal ürünlerin tüketimini arttırmaya yönelik kampanya ve projelerin hazırlanması, hayata geçirilmesine yönelik çalışmaları yapmak, Sektöre ve ülke ekonomisine katkı sağlama amaçlı müşterileri ve üreticileri bilinçlendirme çalışmaları yapmaktadır.   Ödüller ve Sertifikalar   Dünyanın en büyük damızlıkçı firmalarından biri olan HasTavuk, üretim aşamasından, ürünlerin müşteriye sevkine, civcivlerin gelişimlerinin takibine kadar verdiği destekle, elde edilecek ırklardan tam verim alınmasını sağlamaktadır.

 

Müşteri memnuniyeti ve kaliteli ırklarla sektöründeki başarısını aldığı kalite ve başarı ödülleriyle tescillemektedir.

HasTavuk, kalitesi ve üstün başarısıyla Dünya Mükemmellik Ödülü’nü defalarca Türkiye’ye kazandırmış tek firmadır.

Üniversite ve kamu kuruluşlarıyla gerçekleştirdiği proje çalışmaları sonucunda sektöre ve ülke ekonomisine kazandırdığı değerler nedeniyle defalarca ödüllendirilmiştir.

Deneyim ve sahip olduğu tecrübesi ile hiç girilmeyen pazarlara girerek, sektöründe en fazla ihracat yapan, bir ürünün bir ülkeye ilk ihracatını gerçekleştiren, sektörde ipi göğüsleyen bir firma olmanın haklı gururunu taşımaktadır.   Kalite Yönetimi   Rekabetin öne çıktığı, firmaların gerek teknoloji gerek kalifiye işgücü ve gerekse hizmet kalitesi yönünde farklılık yaratma çabası içinde olduğu bir düzende; sürekli ilerlemek, değişime en kısa sürede ayak uydurabilmek ve büyümek önemli bir faktör. Toplam Kalite felsefesi içerisinde sektöründeki yerini korumak ve rekabet gücünü arttırmak için çeşitli yatırımlar ve değişiklikler yapan, sektöründe çeşitli başarılara imzasını atan HasTavuk; kalite yönetimi ve kurumsallaşma yönlerindeki farklılığını, aldığı “Başarı Ödülü” ile bir kez daha ortaya koymuştur. Organizasyon yapısı, yönetim kadrosu, tavukçuluk alanındaki teknolojik altyapısı ile; giriştiği yatırımların, planlı büyümenin ve değişimin firmalar için zor ancak bir o kadar da gerekli olduğunu bilen HasTavuk; kurumsal firma olma yolunda çok kısa zamanda istikrarlı ve sağlam adımlar atmış, profesyonel bir yönetim sistemi benimsemiştir. HasTavuk’ta kalite yönetimi; tüm şirket çalışanları ve yönetim tarafından benimsenmiş, sistemin devamlılığı ve gelişimi için ilk şart olduğu kavranmıştır. Bu bilinçle HasTavuk, bilgi ve tecrübelerini kullanarak, gelişmeleri takip ederek metot ve yöntemlerini belirlemektedir. Kalite sistemi, günümüzde yaşanılan hızlı gelişim ve değişime paralel olarak bir yönetim yaklaşımı halini almıştır. Bu bilinç ve yaklaşımı kendisine ilke edinen HasTavuk A.Ş. bünyesindeki uzman kadrosunu ve tecrübesini çağın gerektirdiği yenilikler ile sentezleyerek bugünkü haline gelmiştir.

 

Türk Tavukçuluk Tarihi Bölüm:14 Ünlülerin Tavukçuluk Mecerası

$
0
0

Ünlülerimizin İlginç Tavukçuluk Maceraları 

Erkan KONURALP

 

Türk toplumunun  tavuk hayranlığı bir başkadır.Bu gıda yıllarboyu Türk mutfağında misafir yemeği olarak  kabul görmüştür.Bilindiği gibi uzun süre tavuk, köy ve kentlerde bahçeye yapılan küçük kümeslerde beslenmiş ve aileye ani olarak gelecek bir misafire yapılacak en özel bir yemek olarak yerini almıştır.

 

Tavukçuluk sektörü hobinin yanında bir çok ünlümüzün de maddi sıkıntıların çekildiği günlerde  kurtarıcı olarak yerini almıştır.Bunu biz değil kendileri de sık sık her otamda dile getirmişlerdir.Bunlarının kim olduğunu merak ettiğinizi biliyor ve hemen konuya başlıyoruz.

 

Modern Türk Tavukçuluk Sektörü’nün gelişmesinde büyük önemi olan 1980 yıllarından itibaren ülke genelinde bir çok ünlü gerek hobi ve gerekse işlerinin iyi gitmemesi gerekçeleri ile kanatlı sektörüne el atmışlar ve uzun süre de geçimlerini bu yolla sağlamışlardır. Buyrun bu ünlülerimizi tanıyalım!

 

Hakkı  Devrim

 

(1929, Eskişehir), Türk gazeteci ve yayımcı

Bu ünlülerimizin başında Türk edebiyatına ve yayın hayatına büyük emeği geçmiş bir duayen olarak  bilinen Hakkı Devrim gelmektedir.

Devrim,1947 yılında Kabataş Erkek Lisesi‘ni bitirdi. 1951 yılında İstanbul ÜniversitesiHukuk Fakültesi‘nden mezun oldu. 1950-1954 yılları arasında İstanbul Radyosu söz ve temsil yayınlarında reji asistanı olarak çalıştı.Gazeteciliğe, 1952 yılında Son Saat‘te röportaj yazarı olarak başladı. Daha sonraları, Tercüman, Havadis, Yeni Sabah, Ege Ekspres ve Tasvir gazetelerinde çeşitli görevlerde bulundu. Yeni Sabah‘ta genel yayın yönetmenliği yaptı; “Fısıltı” köşesinin yazarıydı.

 

1965‘te Meydan Dergisi’nin kurucuları arasında yer aldı. Meydan Larousse ansiklopedisinin genel yayın müdürlüğünü yaptı. 1973 yılında, arkadaşlarıyla birlikte Kaynak Kitaplar Yayınevi’ni kurdu.

 

1980’li yılların ortalarında daha önce Tercüman gazetesinde beraber çalıştığımız ve herkesin saygı duyduğu montaj servisini sihirbazı “Servet Usta” aylık olarak yayınladığımız bir yayında beraber çalışıyorduk.Servet usta aynı zamanda Meydan Larousse ansiklopedisi’nin de montaj işlerini yapıyordu.Servet ustayı Cağaloğlu’daki eski Yeni Sabah gazetesinin binasından almak için Meydan gazetesine gittiğimde tanıdım Hakkı Devrim üstadı.Öğle yemeği vaktine rastladığında da yemekhanede Hakkı Devrim ile birlikte yedik ve sohbet ettik.

 

1984 yılında Çiftlik Dergisi’ni çıkarmaya başladığımızda Nuri Sözmen’in kurduğu Yumurtacılar Derneği toplantılarında Hakkı Devrim’in oğlu serdar Devrim ile tanıştık ve arkadaş ve dost olduk.Sohbetlerimiz sırasında Hakkı ustanın maddi sıkıntılar nedeniyle İstanbul’un Çatalca yöresinde bir yumurta çiftliği kurarak tavukçuluk yaptığını öğrendim.

 

Ortaköy semtinde Devrim ailesinin bir dükkanı vardı.Bu dükkanda Çatalca’da bulunan çiftlikte üretilen yumurtalar satılıyordu.Dükkan TRT İstanbul tesislerinden Ortaköy’e iniş  bitince yolun sağ tarafındaydı.Bu dükkana haftada en az üç kez uğrar ve dükkanda bulunan Serdar Devrim ile sohbet ederdik.Anlatmak istediğimi Hakkı Devrim ile ailesini kurdukları yumurta çiftliği ekonomik yönde rahat ettirmişti. Hakkı Devrim bu yönünü Okan Bayülken ile birlite olduğu “Medya Kralı” programında sık sık dile getirdi.

 

Hakkı Devrim,1995‘te Posta‘da Telaynak köşesini yazdı. CNN Türk’te “Hakkıyla Sohbet” ve “Günbegün” adıyla sohbet programları yaptı. Yine CNN Türk‘te Haber Makinası programında yer alan Hakkı Devrim, 1996‘dan bu yana Radikal‘de köşe yazarlığı (Cihannüma) yapmakta ve Kanal D‘de Okan Bayülgen‘in Medya Kralı adlı programına katılmaktadır.

 

26 Nisan2008‘de eşi Gülseren Devrim’i toprağa verdi

 

Saint-Benoit Fransız Erkek Lisesi’ni bitiren Serdar Devrim, ardından Fransa’da Uygulamalı İktisat Fakültesi İktisadi ve İdari İlimler lisans ve yüksek lisanslarını tamamladı.

 

Çalışma hayatına şahsi girişimleri ile başlayan Devrim, 1990-1995 yılları arasında Konda Araştırma ve Danışmanlık Şirketi’nde şirket müdürü olarak görev aldı. 1995 yılında Hürriyet Gazetesi’nde ekonomi muhabiri olarak göreve başladı. Aynı kurumda Genel Yayın Yönetmeni Asistanı, Dış Haberler Müdürü, Haber Araştırma Müdürü ve internet yazarı olarak çalıştı. Devrim, halen Hürriyet Haber Merkezi ve Hürriyet İnsan Kaynakları Gazetesi editörü olarak çalışmalarını sürdürüyor

 

OĞUZ HAKSEVER

 

Türk yayın hayatının usta habercisi Oğuz Haksever’in kökeninde habercilik vardır.Amcası Sabri Haksever 1950 yıllarının başlarında CHP organı olarak yayın hayatına devam ederken kapanma tehlikesi geçiren Gaziantep Sabah gazetesini partililerin baskısıyla  tekrar hayata döndürmüştür.Babası o yıllarda Şanlıurfa’da savcılık görevini yapıyordu.Kısa süre sonra babası vefat eden Oğuz Haksever’in ailesi o yıllarda Ankara ODTÜ’de öğrenci başkanlığı yapan ağabeyini yalnız bırakmamak için başkente taşınır.Bu taşınma sonucu Haksever ailesi maddi bakından büyük sıkıntılar geçirir.Hatta Oğuz Haksever’in ihtiyaçlarını okul aile birliği karşılar.Kendi söylemine göre Ortaokula giderken paltosu çalınır ve bir hafta paltosuz olarak içine gazete kağıdı sararak okula gider.Bir hafta sonunda paltosunu askıda bulur.Oğuz Haksever bu imkansızlıklar içinde liseyi bitirir ve üniversiteye giderken Etibank’ta  çalışmaya başlar.

 

1979 yılında TRT’nin açtığı imtihanı kazanır ve radyo ile televizyon haber merkezinde muhabir olarak  görev alır.Daha sonra Televizyon kuruluşunda yine imtihan edilir ve bu kez Haber merkezinde görüntülü haber yapma görevini kazanır.Haksever bu başarısının ardından artık cumhurbaşkanı,başbakan ve bakanları yakından takip ederek haberleri yapar.Bu sevnci kısa sürer ve 12 Eylül darbesi olur.

 

12 Eylül olmasının ardından görev yaptığı başbakanlık muhaberliğinden alınarak polis/adliye muhabirliğine verilir.Bundan sonra Mamak duruşmalarını takip eder fakat gördüğü ve şahit olduğu birçok olaya dayanamaz ve habercilik özgürlüğünün de kısıtlanmasına üzülerek  TRT kurumundan kendi isteği ile istifa eder. .

 

OĞUZ HAKSEVER’İN TAVUKÇULUK MACERASI

 

Artık Oğuz Haksever işsizdir.Düşünür ve İstanbul’da tavuk kesimhanesine ortak olan dayısı Mehmet Genç’in yanına gitmeğe karar verir. İstanbul’a gelişinde dayısı ile durumunu görüşen Oğuz Haksever hiç beklemeden tavuk kesimhanesinde göreve başlar.

 

Oğuz Haksever TRT’de ayda 11 bin lira alırken tavuk kesimhanesinde göreve başladığında aldığı maaş haftada 10 bin liradır.

 

 

AYAĞIMDA ÇİZME VE ÖNLÜKLE BENİ GÖREN ARKADAŞLARIM HAYRETLER İÇİNDE KALDI

 

Dayısının kesimhanesinde çalışırken kendisini ziyarete gelen arkadaşlarının iş yerini gördüklerinde şaşırdığını anlatan Oğuz Haksever “Beni önümde önlük ve ayağımda siyah çizmelerle gören arkadaşlarım çok şaşırıyorlardı.Bana bir söz söylemeselerde yüzlerindeki ifadeden bu açığa çıkıyordu “diyor.

 

BU KESİMHANE MACERASI 4 YIL SÜRDÜ

 

Bu çalışması Oğuz Haksever’in 4 yıl sürer.Sonra TRT İstanbul Televizyonunda görevli eski tanıdığı Can Okanar’a telefon ederek tekrar TRT’ye girmek istediğini söyler.Dayısı Ahmet Genç’e teşekkür ederek izin ister.Bundan sonra Oğuz Haksever’in TRT,Show tv,Kanal 6 çalışmaları olur.Kendisini Shov tv’ye alan Nuri Çolakoğlu’nun NTV’ ye daveti ile halen bu televizyon kanalında görev yapıyor.Haksever NTV grubunda çalışmaktan çok mutlu olduğunu söylüyor.

 

Ali Rıza Binboğa 

 

( Kayseri), Türk pop şarkıcısı.

Her yaptığı konuşmada köy çocuğu olmakla gurur duyduğunu söyleyen Ali Rıza Binboğa İlkokul eğitimini Ördekli Köyünde tamamladıktan sonra, orta eğitimine parasız yatılı olarak Mimar Sinan İlk öğretmen Okulu’nda devam etti. 3. sınıftan sonra Ankara İlköğretmen Okulu Müzik Semineri’ne devam etti. İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu hazırlık sınıfını okudu. Yüksek öğrenimini, İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Fakültesi’nde 1973’te Elektronik Yüksek Mühendisi olarak tamamladı.

 

TAVUKÇULUK YILLARI

 

1980’li yıllaran başlarında gazinoların kapanması ve müzik dünyasının krize girmesi sonucu geçim derdine düşen Ali Rıza Binboğa İstanbul Çatalça yöresinde  çiftlik kurarak yumurta üretmeye başladı.Bu çiftlikte ürettiği yumurtaları  İstanbul Yenibosna semtinde açtığı toptancı dükkanında  satmaya başladı.Bu çalışmasının yanında birçok büyük entegre tavukçuluk firmasının yumurta temin eden Ali Rıza Binboğa bunları da çeşitli ihtiyaç yerlerine dağıtmaya başladı.

 

TAVUKÇULUK DÜNYASI BİNBOĞA’YI ÇOK SEVDİ

 

Tavukçuluk Sivil Toplum Örgütlerine üye olarak ta büyük hizmetler veren Binboğa,tüm toplantılarda sektörün sorunlarına değinerek ilgililere mesajlar verdi.

 

Çiftlik Dergisi’nin arşivindeki fotograflarda da sektör ilgilileri ile beraber eğlence yerlerinde de boy gösteren ve esprileri ile renk katan Ali Rıza Binboğa bu çalışmalarını yaparken de Müzik kuruluşu Mesam’a üye oldu ve orada da çalışmalarda bulundu..

 

1975’te Eurovision Şarkı Yarışması ile profesyonel müzik yaşamına başladı. 1987 yılında MESAM’a üye oldu. Bugüne kadar 5 albüm, 6 adet 45’lik plak çıkardı. 1999 yılından beri MESAM Yönetim Kurulu Üyesi olan sanatçı, evli ve 3 çocuk babasıdır

 

KUTLU PAYASLI

 

1980 yıllarının başında Türk Tavukçuluk Sektörü’ne büyük gönül veren bu gerekçe ile sigortacılığını bir kenara atarak “Yu-Pi” Tavukçuluk firmasını kurarak bu alanda tarihe geçen Hanri Benazus  Türk Sanat Müziği Sanatçısı ve koro şefi Kutlu Payaslı’yı emekli olduktan sonra tavukçu yaptı. Kutlu Payaslı 1979‘da İzmir‘e yerleşti ve Ege Üniversitesi‘nde 6 yıl süreyle öğretim görevliliği yaptı. 1995‘ten beri TRT Merkez Denetleme Kurulu üyeliği görevini sürdüren sanatçının, TRT repertuarına girmiş 13 bestesi vardır.İşte bu dönemde ünlü sanatçı İzmir’de yumurta tavukçuluğu yapmak için kümes kurdu ve çalıştı.

 

Bu ünlü sanatçının asker arkadaşı olan Hanri Benazus böylelikle tavukçuluk sektörüne ilk ünlüyü sokmuş oldu.

 

Kutlu Payaslı ile Çiftlik Dergisi’nin bir yöneticisi olarak İzmir’de buluştuk ve beni üretim yaptığı Kemalpaşa’daki yumurta çiftliğine götürdü.Kendisi ile bu konuda uzun uzun görüşerek o tarihlerde dergide yayınladık.

 

Ünlü sanatçı önce dergimizi bakıcıları ile inceledi ve beni yumurta çiftliğinin içine davet ederek fotoğraf çekmemi sağladı.Benim hatırladığım ilk ünlü sektörde Kutlu Payaslı idi.Ayrıca yıllar sonra Yazıişleri Müdürlüğünü yaptığım İstanbul Ekspres gazetesinde de kendisine yılın sanatçısı ödülünü sunduk(1971)

 

 ŞEMSİ BAYRAKTAR

 

 

Türkiye Ziraat Odaları Genel Başkanı Şemsi Bayraktar’ın çok sıkı bir tavukçu olduğunu biliyor musunuz?

1958 yılında Akyazı’da doğdu. A.Ü. Fen Fakültesi ve Ziraat Fakültesi’nde öğrenim gördü. Tarım Kredi Kooperatifleri Sakarya Bölge Birliği ve Fiskobirlik’te Denetim Kurulu Üyesi, TZOB Yönetim Kurulu Başkan Vekilliği ile Uluslararası Tarım Üreticileri Federasyonu (IFAP) Yönetim Kurulu Üyesi görevlerinde bulundu. Halen SGK Yönetim Kurulu Üyesi, Türkiye-AB Karma İstişare Komitesi Türkiye Kanadı Üyesi ve Türkiye Ziraat Odaları Birliği Genel Başkanı olarak görevine devam etmektedir. Çiftçilik, tavukçuluk ve ticaretle uğraşmakta olup evli, üç çocuk babasıdır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Türk Tavukçuluk Tarihimizden Kesitler Bölüm : 4

$
0
0

Tavukçuluk Sektörünün Hızına Yetişilmiyor…

 

Erkan Konuralp

 

BÖLÜM : 4       ‘Fotograflar Çiftlik Dergisi Arşivinden)

 

Sektörün gelişimi ile birlikte damızlık işletmeleri için de çalışmalar başlatıldı: Bu hareketli günlerin başlangıcı İstanbul Söğütlüçeşme’de bulunan Pak Tavuk Kesimhanesinin ikinci katındaki küçük bir odada yapılan toplantılardır.Bu toplantılara Pak Tavuk’tan Şaban Daştan-Y.Bozacıyan,Şen Tavuk’tan Haşim Gürdamar,Altın Tavuk’tan Mehmet Ülker, Hürriyet Gazete’sinin sahibi olduğu Hür Holding’ten Tahir Perek,Tok Tavuk’tan Bülban Gürsoy, ve ünlü İSA Damızlık temsilcisi Henri Guerder katılarak bir çok önemli karara imza attılar.Topluluğa daha sonraları Güney Tavukçuluk’tan Yusuf Bayık ve Ankara Kaytaz Tavukçuluk’tan Nizamettin Kaytaz katıldılar.Bunların en önemlisi de “ÖZANAÇ” ismi altında bir Grand Parend damızlık firmasının kuruluşu karar altına alındı.1985 yılında kurulan ve 480 milyon sermayeli  şirket ile ilgili olarak Çiftlik Dergisi’ne bir açıklama yapan Pak Tavuk yöneticisi ve Özanaç sözcüsü Şaban Daştan şunları söyledi”Kuruluş çalışmalarımız iki üç yıl öncesine dayanıyor.Grand Parend ile ilgili çalışmalarımız devam ediyor.Ülkemiz damızlık firmaları olarak bir araya geldik ve adı geçen şirket ile illgili olarak 800 dönüm arazi aldık.Sermayemiz 480 milyon lira.Devletten teşvikte aldık ve bu yılın sonu ve 1986 yılının başında ilk üretimimize geçeceğiz “dedi.

 

Bu çalışmalar sürerken bir çok tavukçuluk kuruluşu da çeşitli genişlemelerini tamamlıyorlardı.Buna örnek olarak bu bölümümüzde Keskinoğlu Şirketinin herkese örnek olacak kuruluş hikayesini sunuyorum.

 

KESKİNOĞLU DENİLEN BİR GERÇEK

 

Bugün Türkiyemiz Tavukçuluk Sektörünün gözde entegre kuruluşlarından birisi olarak başarıdan başarıya koşan Keskinoğlu Şirketler Grubu’nun kuruluşu bir roman olabilecek hikayeye sahiptir.Tabii ki bu hikayenin baş rol oyuncusu da bugün kendisini sektör ve ülkemiz adına  rahmetle andığımız İsmail Keskinoğlu’dur.Şimdi bu ilginç ve ilginç olduğu kadar da herkese örnek olabilecek hikayeye bir göz atalım…

 

Keskinoğlu Şirketler Grubu’nun Kurucusu ve Ebedi Başkanı İsmail Keskinoğlu, 1900 yılında Yunanistan’ın Drama kasabasına bağlı Ravika köyünde yaşayan köklü Türk ailelerinden Fevzi Bey ve Hatice Hanım’ın ilk çocukları olarak dünyaya gelir.

 

Küçük yaşta anne ve babasını yitiren Keskinoğlu, daha çocukluk döneminde Ravika köyünün otlaklarında çobanlık yaparak aile bütçesine katkıda bulunmaya başlamış, 21 yaşında da, kız kardeşi Fatma’nın ardından Türkiye’ye göç eder.

 

1963 yılına kadar, tütüncülük, taşımacılık, kerestecilik ve marangozluk işlerinde, Türkiye’nin değişik yerlerinde çalışan İsmail Keskinoğlu, çalıştığı her işte ve bulunduğu her yörede kısa sürede büyük ilerlemeler sağlayarak bulunduğu yerlerde aranan bir isim haline gelir.

 

Uzun yıllar Adana ve İskenderun’da kalıp, hem para hem de hayat tecrübesi kazanan Keskinoğlu, Akhisar’a dönmeye karar verir. Zaman durmadan akıp geçmektedir. Durmadan ve yılmadan çalışan İsmail Keskinoğlu, neye el atsa kendisine çok bağlı oğulları Fevzi ve Mehmet ‘in de desteği  her girişimde bulunduğu işin üstesinden başarıyla gelir.

 

İsmail Keskinoğlu, 1963 yılında bir gün eve getirilen bir Denizli horozu ve iki tavukla,  yıllar sonrasının imparatorluğunun ilk temellerini atar. İki tavuk bir süre sonra 30 tavuk olur. Yumurtaların fazlasını bakkala satan Keskinoğlu, kısa süre sonra yumurta ticaretini genişletir. Keskinoğlu, büyük oğlu Fevzi’nin ısrarı ile  minyatür bir tavuk çiftliği kurma girişimde bulunur.

 

1967 yılına gelindiğinde Fevzi Keskinoğlu’nun, Balıkesir Gönen’de bulunan Devlet Üretme Çiftliğini ziyareti sırasında gördüğü kuluçka makinesinin tahtadan olanını kendi becerisiyle yapmasıyla, yumurta yönlü civciv üretimine başlanır.Balıkesir Gönen’de bulunan Devlet Üretme Çiftliği’ndeki yumurta damızlığı Avrupa Kiliseler Birliği tarafından hibe olarak Türkiye’ye gönderilmiştir.Geçen bölümlerimizde anlattığımız Bandırma’dan Tophane’ye (İstanbul) gönderilen yumurtalar da o sıralar Gönen Devlet Üretme Çiftliği’nden temin edilir.

 

Bu kuluçka makinesine ilk yumurta yatırdıklarında 700 sadece 3 civciv çıkar. Ancak İsmail Keskinoğlu yılmadan devam eder. Bunun sonucu yapılan araştırmanın ardından, kuluçkaya yatırılan yumurtaların hiçbirinin döllenmemiş olduğu ortaya çıkar. Bunun ardından, köylerden toplanan döllenmiş yumurtalar kuluçkaya yatırılarak, bir çok civciv elde edilir ve ahşap kuluçka makinesi ile yumurta yönlü civciv üretimi başlar.

 

1970’de yer tavukçuluğundan kafes tavukçuluğuna geçme kararı alınır ve kurulan atölyede kafes imalatına başlanır. Seri ve bilinçli çalışma sayesinde Keskinoğlu adı Türkiye’de aranılan firma noktasına gelmiştir.

 

1975’e gelindiğinde kafes imalatı hızla büyümeye devam ederken, genişleme kararı alınır ve Akhisar’ın hemen yanındaki Kayalıoğlu Kasabası’nda 60 dönüm arazi satın alınarak 10 bin kapasiteli kümeslerle kafeste yumurta tavukçuluğuna geçilir.

 

Zamanla entegre inşaatlar birbirini kovalamaya başlar ve temelleri 70’li yıllarda atılan toplam entegrasyon stratejisinin bir unsuru olarak, 1981 yılında saatte 8 ton kanatlı yemi üreten Keskinoğlu Yem Fabrikası devreye girer. Bu süreç 1986’da, her biri 35 bin yarka kapasiteli 13 kümesteki yarka üretimi ile sürer.1990’lara gelindiğinde saatte 30 ton kapasitesi olan yeni yem fabrikası hizmete girmiştir.

 

Yumurtayı üreten Keskinoğlu, 1994 yılında geri dönüşümlü her kağıdın kullanılarak, yaklaşık olarak yılda 100 milyon adet yumurta kabının üretildiği viol fabrikasını da hizmete sokmuştur. İsmail Keskinoğlu’nun Milli Eğitim Bakanlığı’na bağışladığı İsmail Keskinoğlu İlköğretim Okulu ise 1994 -1995 eğitim yılında, Kayalıoğlu’nda faaliyete geçmiştir.

 

1996’da etlik piliç yetiştirme kararı alınarak kapalı sistem damızlık yetiştirme kümeslerinin üretime geçmesini, 1997’deki yılda 30 bin ton üretim kapasiteli Keskinoğlu Piliç İşleme ve Değerlendirme Entegre Tesisleri’nin açılışı izler. 2000 yılında ise, yumurta sektöründe artan talebe bağlı olarak el değmeden yumurta üretiminin alındığı, 10 katlı tam otomatik kümesler devreye girmiştir.

 

Çocukları Fevzi ve Mehmet Keskinoğlu ile birlikte sıfırdan başlayarak tavukçuluk sektörünün Türkiye’deki ilk ve tek tam entegre kuruluşu haline getirdikleri Keskinoğlu Şirketler Grubu’nun Kurucusu İsmail Keskinoğlu,  17 Nisan 2001 yılında, 101 yaşında yaşama veda eder.

 

2002 yılında Türkiye’de ilk ve tek olarak gerçekleştirilen Keskinoğlu Doğal Besi Yumurta üretimi başlar. Bunu, yine 2002’de yapımına başlanan ve 2003 yılında hizmete girdiğinde günde 200 ton organik tavuk gübresi işleme, 60 ton da üretim yapma kapasitesine sahip bulunacak olan Keskinoğlu Gübre Fabrikası izler.  Türkiye’de ilklere imza atan Keskinoğlu Şirketler Grubu organik  selenyum içiren “Keskinoğlu Selenyum” yumurta üretimine başlar.
İsmail Keskinoğlu’nun şu ilkeleri Keskinoğlu Şirketler Grubu’nun bugünlere gelmesinde önemli rol oynamıştır.

 

*Yaptığın işte tüketiciye her zaman en iyisini ve en güzelini ver. Ticaretin sırrı budur.

*Her zaman iyisini yapın pahalıya satın. Herkes pahalı desin ama kimse Keskinoğlu’nun malı kötü demesin

*İşi önce kafanla sonra ellerinle yap.

*Özverili çalış hep daha iyinin peşinden koş.

*Kendine yapılmasını istemediğin şeyleri başkalarına uygulama

*Hayatın müddetince doğruluktan ayrılma.

*Geride kalan geçmiştir. Hep ileriye yeniliğe bak. Fakat arkanda kalanları unutma.

*İnsanları sev ve kenetlen.

*Çok çalış ümitsizliğe kapılma.

*Dürüst ol. Yaptığın işin daha iyisi vardır. Yılmadan araştır bulursun.

* Hiçbir zaman güneş üzerine doğmasın.

* Prensip ve işlerinde ben değil biz kelimesi hakim olsun.

* Yaşamak dünya ve Türkiye çok güzeldir. Kıymetini bil ve her demin tadını çıkar.

Bugün  Keskinoğlu

3’üncü kuşak devrede

2002 yılında, Keskin, Esin, İsmail Keskinoğlu olmak üzere Keskinoğlu’nun 3’üncü kuşağının da aktif olarak yönetime dahil olduğu Keskinoğlu Şirketler Grubu,  İsmail Keskinoğlu’nun 1963 yılında söylediği ”Tüketiciye her zaman en iyisini, en güzelini ver. Ticaretin sırrı budur” dizelerinden gelen sorumlulukla, şimdilerde yerini 21’inci yüzyılda dünya markası olma hedefine bırakmıştır.

 

Hedef dünya markası olmak

 

Türk Tavukçuluk sektörünün en eski ve köklü kuruluşlarından biri olan Keskinoğlu Şirketler Grubu, neredeyse sektörde 41. Yılını doldurmak üzere olan bir kuruluş. 40 yıllık bu uzun yolculuğun sonunda dünyanın tam entegre 10 kuruluşu arasına girmeyi başaran Keskinoğlu, sürekli gelişimi benimseyen ve değişimi yöneten yönetim biçimi ile  kapılarını her zaman dünyaya açan bir firma olma özelliğini ön plana çıkarmakta ve bu yönde çalışmalarına devam etmektedir.

 

Dünya markası olmak olan hedefleri doğrultusunda yeni atılım hamlelerine girişen Keskinoğlu Şirketler Grubu, yurtdışı pazarına yönelik hedeflerini hayata geçirmek için çalışmalarına hız verirken, bir yandan da yurt içi piyasasındaki hedeflerini gün geçtikçe daha da  büyütmektedir.

 

Şu anda Keskinoğlu Şirketler Grubu bünyesindeki ünitelerde, yılda 30 bin ton piliç, günde 1 milyon adet yumurta, yılda 140 milyon adet viol (yumurta kabı), 6 milyon adet yumurta yönlü dişi civciv, 2 milyon  adet yarka, 31 milyon adet broiler (etlik) civciv üretimi yapılmaktadır.

 

Keskinoğlu Piliç İşleme ve Değerlendirme Entegre Tesisleri’nde  TÜV ISO 9001/ HACCP ve Avrupa Gıda Güvenliği Denetleme Servisi (EFSIS) standartlarında göre üretim yapılmaktadır.

 

Kendi üretiminin yanı sıra 450 fason yetiştirici ile piliç üretimi yapan Keskinoğlu, entegrelerde kullandığı yemi de kendi üretmektedir. Yem Fabrikası’nın şimdiki yem üretimi 150 ton/ saat iken, fulfet üretimi  50 ton / saat olarak belirtiliyor.

2003 yılında devreye  giren  Keskinoğlu Organik Gübre Fabrikası ise, organik tavuk gübresi üretiminde , Türkiye’deki en büyük yatırım olma özelliği taşıyor. 3 milyon dolarlık bir yatırımla gerçekleştirilen tesisler, 40 bin metrekarelik arazi üzerinde kurulu bulunuyor. Günde 200 ton gübre işleme kapasitesine sahip olan tesislerin, 60 ton da günlük üretim yapma kapasitesi bulunuyor.

 

Keskinoğlu Şirketler Grubu 1500 personeli ve Türkiye’nin çeşitli yerlerinde 10 adet bölge müdürlüğü ile, Edirne’den Van’a, Fethiye’den Mardin’e uzanan bir bayii zincirine sahip bulunuyor. Keskinoğlu, kendi araç filosunun yanı sıra, 250 adet fason nakliye aracı ile çalışmalarına hız vermeye devam ediyor.

 

Kurucu İsmail Keskinoğlu’nun dünyaya geldiği yer Ravika Köyü’nün yeniden doğuşu…

 

Drama’nın Ravika köyünde doğan “Güzel Ismayıl” o günlerin savaş ortamında Türkiye’ye geliyor ve Akhisar’da mücadelesine başlıyor. Önce kesif başarısızlıklar ve Sakarya’da Adana’da verilen mücadeleler ve sonra başladığı nokta olan Akhisar’da bugünkü büyük tavuk, yumurta ve zeytinyağı imparatorluğunun kuruluşu…

 

Bir büyüme sürecinin ve bir ailenin isim yapma mücadelesinin hikayesindeki azim bir süre sonra çıktığı toprakları anımsamaya, doğduğu yeri anımsamaya, nostaljiyi hayata geçirmeye dönüşüyor.

 

İsmail Keskinoğlu 2001 de hayatını 101 yaşındayken kaybediyor. Aile onun anısına bugünkü Ravika Köyü’nü yaptırırken buna şu anda iki de müze ekliyor.

 

Süreci Keskinoğlu ailesi şöyle özetliyor: “Ailenin üçüncü kuşağı dedelerinin köyünü Akhisar da kurmaya karar verdiler. Temeller 2002 de atıldı. Keskinoğlu ailesinin adına Sıdıka Keskinoğlu ve Mimar Ercan Abaka Yunanistan’a giderek, Ravika Köyü’nü incelediler. Gezileri sırasında oluşturdukları fotoğraf arşivlerinden ve hala sapasağlam duran binaların mimari özelliklerinden yararlanarak kaynak oluşturdular. 1 sene süren detaylı araştırmalar sonucunda projeler hazırlandı. Akhisar’ın Kayışlar Kasabası’nda, yaklaşık 100 dönüm arazi üzerine projesi yapılan Ravika Köyü, Yunanistan’ın Drama Kasabası’na bağlı Ravika Köyü’nün aslına sadık kalınarak tam 2 yılda inşa edildi. Ravika köyü özenli ve uzun bir çalışmayla gündeme gelmiş oldu. Özellikle tavan ve duvar resimlerinde Balkan Mimarisi öne çıkıyor. Anadolu mimarisindeki motifleri de içinde yaşatan Ravika köyü bu iki ayrı kültürün birbirine ne kadar yakın olduğunun en hoş kanıtlarından.”

Ravika Köyü projesi kapsamında şu anda Drama Yağhanesi, köy muhtarlığı, berber, bakkal, manav, marangoz, demirci, nalbant, cami, ilkokul ve İsmail Keskinoğlu’nun eski Ravika’da yaşadığı evin benzeri konak ve bunları toparlayan köy meydanı şu anda inşa edilmiş ve ziyaretçilere hazır bekliyor. Yine bu alanın hemen yanında 2007 yılında eklenmiş olan İsmail Keskinoğlu müzesi ve onun yanında şimdilik tek katlı bir müze daha yer alıyor. Kompleks içinde bundan başka bir adet Mardin evi ve bir adet Bursa evi de yer alıyor. Köyün ve müzelerin çevrelediği alanın yakınında doğal yolla ekolojik tarım yapılan seralar ayrı bir özellik olarak bulunmaktalar

Türk Tavukçuluk Tarihimizden Kesitler Bölüm : 3

$
0
0

MİSAFİR SOFRALARINDAN

HALKIN SOFRASINA TAVUK

 

Erkan KONURALP

 

BÖLÜM : 3                         ‘Fotograflar Çiftlik Dergisi Arşivinden)

 

Tavukçuluk sektöründe bu mücadeleler hüküm sürerken modern tavukçuluk kurallarının da yavaş yavaş kümeslerde uygulandığına şahit oluyoruz.

 

SİGORTACILARIN HOBİSİ MODERN

TAVUKÇULUĞUMUZUN İLK ADIMI OLDU…!

 

BenazusModern Türk Tavukçuluk Sektörünün doğuşu olarak,sigortacılık yapan bazı işadamlarının hobi olarak tavuk beslemelerini gösterebiliriz.

 

Tavukçuluk sektörümüzün bugünkü modern hale gelmesinde Yu-Pi Tavukçuluk’un kurucusu Hanri Beazus’un büyük bir paya sahip  olduğu kesinlikle  bilinmektedir.

 

1970’li yılların sonralarına doğru İzmir’de sigortacılık yapan bir grup arkadaş hafta sonları dinlenmek  için bu güzel kentin Çeşme beldesine ürekli giderek yorgunluk atarlar.Bu grubun üyelerinden Hanri Benazus,Osman Keresteci,Hulusi Şakım ve Selahattin Keresteci başta olmak üzere bir hafta sonu yine Çeşme’ye giderler ve yemek sırasında yapılan sohbette hobi olarak tavukçuluk yapmaya karar verirler.Verilen bu karar neticesinde araştırmalara hız verirler. Yapılan çalışmalar sonunda küçük çapta da olsa emellerine kavuşurlar. 2 adet 10×20 ebadında kümes inşa ettirirler ve 5-6 bin civciv ile işe başlarlar.Bu yapılan tavukçuluk işinde Hanri Benazus,Osman Keresteci,Hulisi Şakım ve Selahattin Keresteci ortak olurlar.

 

ERBEYLİ’DE EĞİTİM

 

Bu ortaklığın ardından Hulisi Şakim’ın eşi İclal Şakım’ı Erbeyli’deki Devlet Üretme Çiftliği’ne tavukçuluk ile ilgili görgüsünü artırmak için görevlendirirler.Bunun üzerine İclal Şakım Erbeyli Devlet Üretme Çiftliği’nde o zamanların tavukçuluk uzmanı Avni Başdoğan’ın yanında staj görür.Bundan sonra ortakların kurduğu iş yerinde kümeslerden sorumlu olur.

 

RÜVEYDE AKBAY DEVREDE

 

Bu olaylar gelişirken İzmir Ziraat Fakültesi’nda asistan olarak çalışan ve yıllar sonra Türk Tavukçuluk Sektörü’ne büyük hizmetleri geçen Dünya Bilimsel Tavukçuluk Derneği Başkanlığına(WPSA) kadar yükselen Türkiye Bilimsel Tavukçuluk Derneği Başkanı Prof.Dr.Rüveyde Akbay İzmir Çeşmealtı’nda bulunan kümeslere danışmanlık yapar.

 

Bu çalışmalar sürerken bazı anlaşmazlıklar nedeniyle Hanri Benazus ortaklıktan ayrılır ve İzmir Pınarbaşı’nda arazi satın alarak Yu-Pi adında bir tavukçuluk Şirketi kurar.

 

Yu-Pi Tavukçuluk’un ilk ortakları Hanri Benazus,Ruhat Kütükbaşı ve Osman Keresteci’nin eşi Fatma Sina Keresteci olarak şirket tescil edilir.

 

Daha sonra bu ortaklığa Sami Gomel ve Selim Alterel Gürkan dahil olurlar.

 

Yu-pi Tavukçuluk sektörümüze büyük bir ışık getirmiştir.Şirket gün geçtikçe gelişirken bir yandan da Türk Tavukçuluk Sektörü’nün duayeni sayılan uzmanları şirketin organizesinde ülkenin dört bir yanına gönderilerek seminerler verdirildi..Bu seminerler köy kahvelerinde,kümeslerde ve bazı kez de ahırlarda gerçekleşiyordu.Seminerlere Uzman Veteriner Hekimler Nurettin Gürsoy,Turgut Atılgan,Erdoğan Finci, Ali Babila,Yavuz Sayın,Mustafa Arda,Nejat Aydın ile birlikte şirket temsilcisi Sunda Saltuk katılıyordu.

 

Yu-Pi tavukçuluk şirketinin gelişmesi devam ederken birçok  şirket 1967 yıllarına kadar dayanan çalışmaları ile  sektörde kendini göstermeye  başladılar. Bunlar içinde, Keskinoğlu,Banvit,Pak Tavuk,Uğur Tavukçuluk,Taç Tavuk,Şen Piliç,Beypiliç,Şeker piliç gibi firmalar Başbakan rahmetli Turgut Özal,Tarım Bakanı Hüsnü Doğan(Yetim Hüsnü) ve Ziraat Bankası Genel Müdürü Kemal Akkaya’nın başarılı çalışmaları ve teşvikleri neticesinde sektörde söz sahibi olmaya başladılar.

 

İLK DAMIZLIKÇI KURULUŞ ÇALIŞMASI

PAK TAVUK ÖNCÜLÜĞÜNDE BAŞLADI

 

Bu gelişmeler olurken, Pak Tavuk’un İstanbul Kadıköy Selamiçeşme’de bulunan küçük kesimhanesinin üst katında şirketin  kurucusu rahmetli Şaban Daştan’ın koordinesinde toplantılar yapılmaya başladı.Bu toplantılara Pak Tavuk,Altın Tavuk(Hür Holding),Tok Tavuk,Ar Tavuk gibi firmalar sürekli katılarak fikir alışverişinde bulunuyorlardı.

 

Bu arada Bandırma Vitaminli Yem Sanayi yemcilik çalışmalarının yanında  Banvit  adı ile bir tavukçuluk üretim ve pazarlama şirketi kurdu .Hızlı büyük bir gelişme   geçiren Banvit’in öyküsü tavukçuluk dünyamızın geçmişine güzel bir ışık tutmaktadır.Bunu gelin Banvit’in kurucusu Vural Görener’in hikayesi ile öğrenelim;

 

“Yumurtanın kabuğunu erken kırdım”

 

Türkiye’nin en büyük piliç üreticilerinden biri olan  Banvit’in kurucusu Vural Görener, mütevazı yaşantısıyla genç girişimcilere örnek bir model oluşturuyor. Görener işindeki başarısını düzenli aile hayatıyla açıklıyor.

 

Türkiye’de, hemen her ailenin geçmişinde bir göç hikâyesi bulmak mümkündür. Orta Asya steplerindeki göçebe hayatından yerleşik hayata geçeli hayli zaman olsa da, göç etmek bu milletin genlerine işlemiş âdeta. Özellikle yüzyılın başında yaşananlar, daha çok zorunlu göçler. Savaşlar ve çatışmaların getirdiği acılar, bu göçlerle harmanlanmış. Ortada böyle bir gerçek var ancak Türkiye’nin göç hikâyesi, sadece savaşlarla sınırlı değil. Son 50 yıldır yaşanan köyden kente göç olgusu, toplumun sosyolojik yapısında ciddi kırılmaların, dönüşümlerin başlangıcı olmuş. Ülkede bugün yaşanan sancılı sosyal değişimlerin temelinde, bu göç olgusunun izlerini bulmak mümkün. Türkiye’nin göç gerçeğinin çok önemli bir başka boyutu ise elbette Balkan göçleri. Yüzyılın başlarında, Balkan coğrafyasının zorlu koşullardan kaçarak Anadolu’nun şefkatli bağrına sığınan ilk nesil göçmenlerin çocukları ve torunları da artık bu ülkenin başarı hikâyelerine isimlerini yazdırabiliyor. O başarı hikâyelerinden biri, Bandırma’da faaliyet gösteren, hâlen Türkiye’nin en büyük beyaz et üreticilerinden sbiri olan  BANVİT’in kurucusu Vural Görener. 1927 doğumlu Görener’in kökeni Kırım’a dayanıyor. Dedeleri Kırım’dan önce Varna’ya hicret etmiş. Kendi tabiriyle, Rus’lardan kaçan aile burada da Bulgarlara tutulmuş! Bulgaristan’da da rahat edemeyince ailenin yolu İstanbul’a düşmüş. Vural Bey, İstanbul Çatalca doğumlu. Ailenin Bandırma serüveni ise bu dosyanın esas konusunu oluşturuyor. Yani küçük bir değirmenin ülkenin sanayi devi olma öyküsünden bahsediyoruz.

 

Ailede İstanbul’a ilk gelenler Vural Bey’in amcaları olur. Amcasının gelişi de eğitim amaçlıdır. İleri görüşlü bir insan olan dedesi, Vural Bey’in amcasını okuması için İstanbul’a gönderir ve Mekteb-i Sultani’ye kaydını yaptırır. Mekteb-i Sultani yani Galatasaray Lisesi şimdi olduğu gibi yüzyılın başında da gözde bir eğitim kurumudur. Amcasının Birinci Dünya Savaşı öncesinde İstanbul’a gelmesi ailenin yeni rotasını da çizmiştir aslında. Vural Bey’in babası Ali Haydar Bey de, İstiklal Savaşı yıllarında İstanbul’a gelir. Onu, ailenin geri kalanı izler. O yılların karakteristik özelliği gereği, Balkanlardaki bir Müslüman ailenin daha son durağı olmuştur, Anadolu. Ticarete yatkın bir isim olan Ali Haydar Görener, önce Çatalca yakınlarında un değirmenini alarak iş hayatına atılır. Bulgaristan’da öğrendiklerini bu değirmende uygulamaya başlar.

 

Görener Ailesi, o yılların genel karakteristiğinin aksine çocuklarını okutma noktasında oldukça ileri görüşlüdür. Amcasından sonra genç Vural’ı da okuması için önce Sultanahmet Lisesi’ne kaydettirirler. Oradan Alman Lisesi’ne geçiş yapar. Babası oğlunun hem iyi yetişmesini hem de dil öğrenmesini istemektedir. O yılların gözde yabancı dili ise Almancadır. Vural Bey’in Alman Lisesi’nde ilginç anıları var: “İkinci Dünya Harbi’nin başlarıydı, Almanlar Polonya’ya girdikleri gün ben de Alman Lisesi’ne kaydımı yaptırdım. 1944’te ise Almanların harbi kaybedeceği belli olmuştu. Savaşın başından bu yana tarafsız kalan Türkiye, bu gelişme üzerine Batı’dan izole olmamak için Almanlara harp ilan etti. Öyle olunca bizim hocalar gözetim altına alındı. Sonra hocalarımızı Çankırı’ya sürdüler ve okul kapandı.” Okul kapandıktan sonra Vural Bey Robert Koleji’ne devam eder ve 1950’de mezun olur. O dönemki sınıf arkadaşları arasında merhum Şakir Eczacıbaşı ve Çanakkale Seramik’in kurucusu iş adamı İbrahim Bodur da vardır.

 

Mezuniyet sonrası iş hayatına hızlı bir giriş yapar. Bir ithalat şirketinde çalıştıktan sonra askere gider. Onun askerlik yılları Kore Harbi’ne rastlar. İlk giden birlikte lisan bilmeme yüzünden ciddi sıkıntılar yaşanınca, tayini tercüman sıfatıyla Kore’ye çıkar. 1951 yazında 17 yedek subay arkadaşıyla birlikte Kore’ye gider. Asker dönüşü önce Çatalca’daki un değirmeninde işe başlar ancak babasıyla anlaşamaz. Çeşitli şirketlerde çalıştıktan sonra, tekrar babasının yanına döner: “1955’te pederle tekrar bir araya geldik. Daha önce yetki devri noktasında sıkıntı yaşamıştık. Bu sefer o bize yetki vermeye razı oldu. Sıvı yağ üretmek için Görenerler diye bir şirket kurduk.”

 

Ali Haydar Görener, Türkiye’de ilk ayçiçeği yağı üreticilerinden. Babasının gerçek bir müteşebbis olduğunu vurgulayan Vural Bey, ilk girişimlerini, “Babam o yoklukta, değirmeni için Macar bir usta bularak onun projesiyle eski değirmeni bir su değirmenine çevirmeyi başarmıştı. O zamana göre daha modern ve etkili bir enerji elde etmişti.” sözleriyle anlatıyor.

 

Ali Haydar Görener, Trakya’da başladığı ayçiçeği yağı üretimi için, Bulgaristan ve Romanya’dan ayçiçeği tohumu getirmiştir. O zamanlar memlekette ayçiçeği yağı ve diğer sıvı yağlar yok denecek kadar azdır. En çok kullanılan koyun yağı ve tereyağıdır. Zamana göre çok modern tekniklerle ayçiçeği yağı üretimine başlayan Görener, bunun için Romanya’dan hidrolik pres bile getirtmiştir. Ancak onun yağ üretimindeki hızını İkinci Dünya Savaşı keser. Devlet, Hitler tehlikesine karşı Trakya’yı boşlatma kararı almıştır. Bunun üzerine makinelerini söken Ali Haydar Görener, bunları Bursa’nın Mustafakemalpaşa ilçesinde bir yere depoya kaldırır. Savaş sonrası tekrar Trakya’ya döner ancak artık burada ayçiçeği tarımı ve yağ üretimi yaygınlaşmıştır. Trakya’daki rekabete ortak olmak istemeyen Ali Haydar Görener, hem hammadde açısından zengin hem de yağ üretiminin hiç olmadığı Bandırma’ya yerleşmeye karar verir. 1955’te oğlu Vural’ın da şirkete katılmasından sonra, Trakya’daki fabrikayı sökerek Bandırma’ya naklederler. Vural Bey, “Bu kararımızın ne kadar doğru olduğu daha sonra ortaya çıktı.” diyor.

 

BANDIRMA VİTAMİNLİ YEM SANAYİİ

 

Bandırma’da 12 yıl boyunca ayçiçeği yağı üretimini sürdüren Görenerler, 1967’de radikal bir karar alarak, yem işine girmeye karar verir. Böylelikle bugünün sanayi devi Bandırma Vitaminli Yem Sanayii’nin yani BANVİT’in temelleri atılır. O sırada Bandırma’da devletin yem fabrikası faaliyet göstermektedir. Devlet, 2. Dünya Harbi’nden hemen sonra karma yemin önemini anlamış ve muhtelif yerlerde yem fabrikaları kurmuştur. Vural Görener, devletin yem fabrikaları için kullandığı teknolojiyi eleştiriyor. Yem fabrikası kurmadan önce dünyada bu işin nasıl yapıldığını araştırdıklarını söyleyerek, sonuçta daha verimli ve dünyada kullanılan dikey sistemi tercih ettiklerini belirtiyor. Devletin fabrikalarında ise eski teknoloji ürünü yatay sistemin tercih edildiğini aktarıyor.

 

Aslında ülkenin en büyük beyaz et üreticilerinden biri olmasında, kuruluş yıllarında atılan sağlam temellerin ne kadar önemli olduğu, Vural Görener’in hatıralarında ortaya çıkıyor. Bandırma Vitaminli Yem Sanayii’nin kuruluşu, o yıllarda fazla rastlanmayan bir profesyonellikte olur. Bu sektöre girmeye karar verince hemen Ben Josef isimli bir mühendis bulur. Babasının Macar usta bulması gibi o da bu alandaki en iyi ismi işin başına getirmiştir. Ben Josef aslen Sofyalı bir Yahudi’dir ve İsrail’deki ileri teknoloji ürünü bütün fabrikaları kuran adamdır. Fabrikanın işçiliğini ise yine bu işi İsrail’de öğrenen Rıdvan Kavruk yapar. Bu isim üstünde biraz durmak gerekiyor. Türkiye’deki yerli yem sanayilerinin hemen hepsinin başlangıcı Rıdvan Kavruk ve 1972’de kurulan YEMMAK’tır. YEMMAK hâlen çalışan bir şirket. YEMMAK artık İsrail’den öğrendiği teknolojiyi oraya satacak seviyeye gelmiş bir işletme.

 

İşte böyle bir altyapıyla karma yem üretimine girer Vural Görener. Ürettikleri yemi yumurta üreticilerine satmaya başlar. 1970’te ise Hollanda’da gördüğü likit yumurta işine girmeye karar verir. Üretime başlar ancak likit yumurta iç piyasada talep görmeyince bu işten vazgeçer. 1967’de başladığı yem üretimini 1983’e kadar devam ettirir. Önce yumurtacılara sattığı yemi, daha sonra piliç üreticilerine satmaya başlar. Bu sürede ülkedeki yem üreticilerinin sayısı artmış ve rekabette gittikçe kızışmaktadır. Kâr marjları da azalınca, katma değeri daha yüksek bir işe girmeye karar verir. Değirmenle başlayan, sıvı yağ ve yemle devam eden girişimcilik serüveninde şimdiki durak piliç sektörüdür. Sektördeki boşluğu görmüştür. Çünkü o yıllarda ülkede entegre etlik piliç üretimi yoktur. Sektör çok parçalıdır. Bir işletme damızlık civciv üretirken, diğeri yem üretmektedir. Kesimhaneler de ayrı şirketlerdedir. Satış ve pazarlama ise bayiler aracılığı ile gerçekleşmektedir.

 

O zamanın öne çıkan kuruluşlarından biri İstanbul’daki Pınar Tavukçuluk’tur. Banvit sektöre, canlı piliç üretip Pınar Tavukçuluk’a satarak girer. Pınar dışında o zamanın diğer önemli firmaları KÖYTÜR, YUPİ ve MUDURNU’dur. Ancak bunların hiçbirinde entegre üretim yapılmamaktadır. Çünkü piliç üretiminde entegrasyon için ciddi sermaye gerekmektedir. O zamanlar bugünkü gibi uzun vadeli banka kredisi uygulaması da olmadığı için, şirketler entegre üretime girmeye cesaret edememektedir. Vural Görener’in hedefi ise tam entegrasyona dayalı bir üretim anlayışıdır.

 

MACAR USTA’DAN AMERİKALI GİRİŞİMCİYE

 

1957’de, başarılı tarımsal üretim metotlarını Türk çiftçisine öğretmek amacıyla, Türk ve Alman hükûmetlerinin ortak girişimiyle kurulan, Tahirova Türk – Alman Örnek Tatbikat Çiftliği, BANVİT’in kuruluşunda önemli kilometre taşlarından. 20 yıl boyunca faaliyet gösteren, kuruluş ve geliştirme masrafları Alman hükûmetince karşılanan çiftlik, birçok Alman uzmanın Türkiye’de çalışmasına ve birikimlerini aktarmasına zemin hazırlamış. Ayçiçeği yağı üretirken o çiftlikten tohum alan Vural Görener, Prof. Scholtissek ile bu vesileyle tanışır. Alman profesör piliç üretiminde uzman bir isimdir ve bu alanda kitapları vardır. Vural Bey, kesimhane ve işletmeyle ilgili ilk bilgileri, onun kitabından öğrenir.

 

İlk satışlar başlayınca otomatik bir kesimhane kurarlar. Piliçleri kesmekten daha zor olanı satmaktır. Çünkü piliç etinin beklemeye tahammülü yoktur. Hazırlanan etin hemen satılması gerekmektedir. Her açıdan çok karmaşık bir işe girmiştir genç girişimci. Bazı açılardan zorlandığı noktada, Robert Koleji’ndeki hocasının sözleri gelir. Hocası onlara her zaman, ‘sınavda bana palavra okumayın, bilmiyorsanız kâğıdınıza ‘I know that I don’t know’ yani bilmediğimi biliyorum yazıp verin, ben size iyi not veririm’ demektedir. Görener, “Gerçekten de bu şekilde yazdığımızda hocamız bize iyi not verirdi. Ancak utandığımızdan bir sonraki sınava çok iyi hazırlanır ve bu sefer hakkımızla iyi notlar alırdık.” diyor. İşte şimdi piliç işinde de durum böyledir. Okuldaki teoriyi şirkette pratiğe dökme zamanı gelmiştir. Piliç entegrasyonunun zorluklarını gören Görener, işe bu sektörü bilmediğini kabullenerek başlar. Daha önceden tanıştığı ve Dünya Bankası’nın Türkiye’ye gönderdiği bir Amerikalı olan Jess Merkel’e bir mektup yazar. Merkel, Amerika’daki ilk piliç entegratörlerinden biridir. Bu işten çok zengin olunca şirketini satmış ve eşiyle dünyayı gezmektedir. Vural Bey, piliç işinin inceliklerini ondan öğrenmeye karar vermiştir. Talebine olumlu cevap gelir. Böylelikle Görenerlerin Macar ustayla başlayan iş hayatına, Sofyalı mühendis ve Alman akademisyenden sonra şimdi de Amerikalı bir iş adamı girmiştir.

 

Jess Merkel, her yıl yaz aylarında eşiyle birlikte Bandırma’ya gelerek, 2-3 ay Vural Görener ve eşinin misafiri olur. Vural Bey, beyaz et sektöründeki bütün uygulamaları ondan öğrenir. Teoriyi Alman profesörün kitabından öğrenmiş, pratiği ise Jess Merkel ile yapmaktadır. Merkel, Vural Bey’e Amerika’daki tavukçuları bile gezdirir. Sonuçta BANVİT, Türkiye’de entegre piliç üretimini ilk başlatan şirket olur. 1983 sonunda ilk konvoyörü yaparlar. Görener, “Likit yumurtaya ne kadar yanlış zamanda girdiysek piliç işine o kadar uygun bir zamanda girdik. 1984’te Jess’le çalışmaya ve üretime başladık. O sıralarda Kaynarca’da ENTAŞ ve LADES piliçleri üretime başladı. Onlar da entegre üretime karar verdi. Danimarkalıların öncülüğünde başladılar.” sözleriyle anlatıyor o dönemleri. BANVİT’le birlikte LADES firması da, o dönem büyük bir reklam kampanyasıyla üretime başlar. Devlet de KÖYTÜR’ü devreye sokmuştur. Çok iyi bir pazarlama ağı kurduklarını belirten Görener, LADES’in yaptığı televizyon reklamlarının pazarı büyütmesinden çok faydalandıklarını söylüyor.

 

BEN HÂLÂ PATRON DEĞİLİM!

 

Bugün Türkiye’nin en büyük beyaz et üreticisi konumunda. Bir süre önce BANVİT Kırmızı markasıyla kırmızı et sektörüne de giren şirket, bu alandaki iddiasını da ortaya koydu. Vural Görener ise 83 yaşında olmasına rağmen her gün eşiyle beraber şirkete gelerek yönetimi devrettiği iki oğluna danışmanlık yapıyor. Şirketin dergisinde yer alan yazılarından oluşan kitapları da ‘Ben patron değilim’ ve ‘Hâlâ patron değilim’ adlarıyla yayımlandı. Duayen sanayicinin, ‘patron değilim’ söylemi aslında bir iş felsefesinin özeti. Neden kendini patron gibi görmediğini anlatırken, yaşam tarzından örnekler veriyor. Anne ve babasından şahsi zenginlik görmediğinin altını çizerek, “Şahsi zenginlik insana ne getiriyor, ben bilmiyorum. Bazı iş adamlarının tuhaf tavırları var. İş hayatında iyi yaşamaya, para harcamaya meraklı bir zümre var. Biz böyle görmedik.” diyor.

 

Eşi Gülgün Hanım’la birlikte bütün işçilerle diyaloğu olduğunu anlatan Görener, kendisine sıkıntısını anlatamayan bir işçinin, eşinin yanına gittiğini söylüyor. Her zaman işçilerle birlikte yemek yiyen Görener, “Ben Türk değil, Amerikan usulü patronum. 83 yaşındayım ama daha şoför kullanmadım. Bazı iş adamlarımız maalesef şoför kapıyı açmazsa arabadan inmiyor. Sadece iş dünyası değil, bürokrasimiz de böyle.” diyor. Millet olarak şahsi servete çok düşkün olduğumuz tespitini yapıyor duayen iş adamı. Hemen arkasından da ekliyor: “Hâlbuki yarın öldüğünde öbür tarafa sadece iki metrelik bezle gidiyorsun. Şahsi servet kime ne fayda getirmiş? Bana zaman zaman okullarda nasıl kurumsallaşalım diye sorarlar. Eğer şahsi servetten vazgeçersen, kurumsallaşmak çok kolaydır. Yok, hepsi bende olsun dersen olmaz. Benim dikili ağacım yok. Bir evim var, hanımla benim üzerime. Onun dışında benim ne arsam ne otomobilim var. Ama nasıl memnunum anlatamam.”

 

Düzgün bir aile hayatına sahip olmayan meslektaşlarını da eleştiriyor Vural Görener. Kalıcı başarı için iş adamının düzgün bir aile hayatı olmasının büyük önemi olduğunu vurguluyor. Vural Bey için en önemli kavramlardan biri de israf. Çocukluğundan bu yana her işini severek yaptığını, hiçbir işinden şikâyet etmediğini ve hep en iyisini yapmaya gayret ettiğini, bunun da karşılığını her zaman gördüğünü ifade ediyor.

 

Fabrikayı çalıştırmayın şehir karanlıkta kalıyor!

 

Ali Haydar ve Vural Görener, 1955’te Bandırma’da ilk yağhaneyi kurduklarında öncelikli sorunları elektrik yokluğudur. Duayen sanayici o yıllarda yaşadıkları sorunları şöyle anlatıyor: “Bizim fabrika 100 kilovat cereyan çektiğinde, ‘aman çalışmayın şehir karanlıkta kalıyor’ diye elektrik idaresi ricacı oluyordu. Elektrik yoksa sanayi nasıl olacak? DP zamanında, 1950’den itibaren ticaret hareketlenmeye başladı. İlk traktörler o zaman geldi. İlk traktör alıcıları da Ege Bölgesi’ndendi. Fakat traktörün ne olduğunu çiftçi bilmiyor. Traktörlerin toz filtresi var. Bunun hep kuru olması lazım ki çalışsın. Tozu tutsun diye kimi içine bal koyar, pekmez koyar ve makineyi bozarlardı. Sonuçta Türkiye sanayiciliği boza-yapa öğrendi. Buna rağmen gelinen nokta büyük bir aşamadır.” Türkiye’nin sanayiciliği boza-yapa öğrenmesinin gerekçeleri de var elbette. Vural Görener’in tespitlerine göre, ülkedeki ticaret ve sanayi gelişimini daha iyi anlayabilmek için, 1924’te yaşanan mübadele sürecini de iyi bilmek gerekiyor: “Türkiye 1923’te kuruldu ve devamında mübadele başladı. Ülkedeki gayrimüslim unsurlar Yunanistan ve Bulgaristan’a gitti, oradaki Müslümanlar buraya geldi. Osmanlı da ticaret yapan Türk ve Müslüman, yok denecek kadar azdı. Mübadelede ticareti bilen insanlar elimizden gitmiş oldu ve kalanlar sıfırdan bu işlere başlamak zorunda kaldılar.”

 

Not: Katkılarından dolayı sayın Vural Görener ve Nazif Akfırat’a teşekkür ederim.

DEVAM EDECEK

Türk Tavukçuluk Tarihimizden Kesitler 2.Bölüm

$
0
0

MİSAFİR SOFRALARINDAN

HALKIN SOFRASINA TAVUK

 

  Erkan KONURALP

 

 BÖLÜM 2                                             ‘Fotograflar Çiftlik Dergisi Arşivinden)

 

Sütlüce semtine, yani İstanbul’un et ihtiyacını karşılayan büyük mezbahane’nin de bulunduğu semte taşınan yeni patron tavukçular burada büro ve kesimhane kurarak çalışmalara başladılar.Artık tavuk kesim ve dağıtım işi Sütlüce’de yürütülmeye başladı.Burada kesilen tavuklar temizlenerek kasalara konuyor ve İstanbul’un her semtine sevk ediliyordu.Bu işyerleri Tophane’ye göre daha rahattı.Zira İstanbul Belediyesi’nin mezbahane’sine gelen kasaplar ve diğer et tedarikçileri buradaki tavukçulara da uğrayarak ihtiyaçlarını görüyorlardı.Trafikte Tophane’ye gore daha rahat ve arazi genişti.

 

TURGUT ÖZAL’IN TAVUKÇUYA VERDİĞİ BÜYÜK DESTEK

 

 Tavukçuluk Sektörü 1980’li yılların başında büyük atılımlar yapmaya başladı.bir yandan kümesler büyütülürken,bir yandan da  sektörün yüzde yetmiş girdisini karşılayan yem sanayi gelişiyordu.Yem fabrikalarının kurulması büyük hızla devam etmeye başladı.Bu arada büyüyen tavukçuluk şirketleri kendi yemini üretmek üzere fabrikaları devreye sokmaya başladılar.

 

1983  yılında Türk siyaset sahnesinde yerini alan Anavatan Partisi kurulduğu yıl kurucu Genel Başkanı Turgut Özal’ın liderliğinde tek başına iktidara geldi. 1984 yılında yapılan mahalli seçimlerde de belediyelerin büyük çoğunluğunu kazanan Anavatan Partisi yerel ve genel yönetimlerde tek başına iktidar şansını elde etti.

 

Bu tek parti devri tavukçuluk sektörünün çok işine yaradı.Yeniliklere açık olan Turgut Özal tavukçuluk sektörüne büyük destek vererek entegre kuruluşların bir bir yerini almasına neden oldu.

 

Tavukçuluk Sektörü bu gelişmeleri sağlarken küçük kümeslerde de bazı sağlık sorunları çıkmaya başladı .   Bu sorunun en önemlisi halkımızın yıllar öncesine de dayanan ve adını “Tavuk Kıran” olarak tanımladığı bir hastalıktı.Halkımız bu hastalığının tedavisinin olmadığına inanır ve Allah’tan gelen bir hastalık olarak Kabul ederek   boyun eğerlerdi..

 

 Newcastle (Yalancı Veba)

 

Halkın tedavisinin bulunmadığına inandığı hastalık aslında Yalancı Veba olarak bilinen ve bilimsel adı ise Newcastle idi.Sonraları da Tifo büyük kayıplara neden oldu.

 

KAMYON MOTORLARINDA GETİRİLEN AŞILAR

 

Tavukçuluk Sektörü bu sağlık sorunları ile boğuşurken, diğer hastalıklarda boy göstermeye başlayınca Veteriner Hekimler devreye girerek aşılamanın önemi üreticilere anlatılmaya başladı. Veteriner Hekimlerin üreticilere verdikleri sağlık ve korunma bilgileri ışığında  Tarım ve Sağlık Bakanlığı canlı ve cansız aşılara ithal edilmesine şiddetle karşı çıkıyordu.Fakat kümeslerdeki ölümlere son vermek için aşılama gerekiyordu.

 

Bunu fırsat bilen bir kaç isim yurtdışından kaçak aşı getirmeye başladılar.Bu kaçak aşıların Türkiye’ye getirilmesi de bir hayli zordu.Beraberinde getirdikleri aşıları saklamak için araçların motorlarının bulunduğu bölmeleri  bile kullanmaya başladılar.Halbuki aşının soğuk zincir kullanılarak getirilmesi gerekiyordu.

 

Bu araçların motor bölümlerine saklanarak getirilen aşılar bir çok aracı kanalı ile üreticilere sunuluyordu.Hatta bu aracılardan biri varki o, Tarım Bakanlığı Genel  Müdürlüğüne kadar yükseldi. Bu ismi orta yaş üzerinde bulunan sektör ilgililerinin tümü bilirler.Aşıların büyük bölümü sıcak nedeniyle etkisini kaybettiği için hastalığa çare olmadığı gibi üreticiye de buyuk bir maliyet getiriyordu.

 

AŞI ETİKETLERİNİ DEĞİŞTİRENLER 

 

Kaçak aşıların kullanıldığı ülkemizde üreticiler  ve ülkemiz büyük kayıplara uğradı. Bu kayıpların en büyük sorumlularından biri de  (Bay…lu) şirketinin yöneticisi ve yönetim kurulu başkanı idi.

 

Bu bahsini ettiğimiz şirket, avrupa’dan ekseriyetle İtalya’dan günü geçmiş aşıları toplayıp üzerindeki etiketleri değiştirmek suretiyle ülkemizde pazarlama yapma cesaretini bile gösteriyordu.Bu kişinin durumu yakından incelendi ve kendisi bir çok kez uyarıldı. Bu işi devam ettiği de görülünce Pendik Veteriner Araştırma Enstitüsü raporu ile durum  resmi olarak belgelendi ve kendisi işi bırakması için tehdit vari ikaz edildi. Bu uyarı özellikle yapıldı zira mahkemelerin yıllarca sürdüğü ve o zamana kadar sektörün ne kadar zarar edeceği de hesap edilmişti.Kanunlarımızdaki boşluktan yararlanan yıllarca bu işi yapan firma aşı işini yapılan büyük baskılar sonucu bırakmak zorunda bırakıldı. İşte tavukçuluk sektörümüzün büyük kayıplara uğramasına neden olan bir kanalda böylece yok edilmiş oldu.

 

 KAÇAK AŞI PAZARLAYAN  KİŞİ NASIL BAKANLIK ÜST BÜROKRATI OLDU

 

 Kaçak aşı dediğimiz için biz de üzgünüz.Ama canlı-cansız aşı ithal etmek yasak olduğu için üreticilerin dertlerine çare bulmak amacı ile yurtdışından getirilen aşılar haliyle kaçak olarak  getiriliyordu..Bu işi yapan ve bütün sektör tarafından tanınan Bursa’lı bir şirket Türkiye’de satılan aşıların büyük bir yüzdesini pazarlıyordu.

 

Yıllarca pazarlara kuluçkadan çıkan horozları pazarlayan ve lakabı”Horozcu N…”  olan arkadaşımızın pazarlama işini yapan veteriner  arkadaşımızın yıllar sonra Tarım Bakanlığı üst bürakratlarından biri olarak karşımıza çıkması bizi çok şaşırtmıştı.Şaşırtmıştı diyorum zira bu arkadaşın sorumlu olduğu birim kaçak aşılarla mücadele eden bölümdü.Bugüne bakarsak aşının hayvan yetiştirmede ne kadar önemli olduğunu bilmeyen yok.Ama o zamanlarda bürokrasi yıllarca ülkeye aşı girmesini yasakladı ve maddi manevi büyük küyıplara neden oldu.

 

Bu maceralar devam ederken bir çok krizde tavukçuluk kesiminin büyük darbe almasına neden oldu.Bu sırada yem fabrikaların bir çoğu  sattıkları yemin parasını tahsil edemedikleri için borçlu kümesleri mecburen devralmaya başladılar.İşte bir çok yem fabrikasının sektöre girişi de böyle oldu.Bu yem fabrikalarının bir kaç  tanesi bugün en büyük tavukçuluk entegre tesisinin sahibi durumundalar.

 DEVAM EDECEK

Türk Tavukçuluk Tarihimizden Kesitler -1-

$
0
0

  MİSAFİR SOFRALARINDAN

GARİBAN SOFRALARINA TAVUK

Erkan KONURALP               

     

 ’Fotograflar Çiftlik Dergisi Arşivinden)

Tavuk eti yıllarca misafir yemeği olarak bilinirdi.Bunun nedeni de köyde ve şehirde evlerin bahçelerinde bulunan kümeslerde tavukların altına konulan yumurtalarla başlayan ve civciv olarak özenle beslenen piliçler eve gelen misafire ikram edilen en kıymetli gıda olarak yer almasıydı.Hatta bu ürün öyle kıymetliydi ki,doğum için eve getirilen ebeye hediye olarak canlı piliç verilirdi.

 

Bu gelenek şehircilik akımının gelişmesi ve göç nedeniyle geride kaldı diyebiliriz.

 

Bu gelişimin ardından semt pazarlarında canlı tavuk satışlarının patladığına şahit oluyoruz.Yakın köylerden pazarlara getirilen bu tavuklar tüketiciler tarafından satın alınarak yine evlerde özel ve özenle beslenip yine misafire ikram edilen bir yemek olmaya devam etti.

 

CANLI TAVUK DÜKKANLARI

 

haber-6kf9eygvdhoy85blvfrcj5umc50ybkv4o78q53xzrgblsur8xllxo91q9oj0b5ifbl0mvht0khxjpstcsfpxrr72rpuu4jsyjjc0jfbh5f5tv9nfzoqdozj59znkm4x8qszt08j1y0nh7hd1s6cce6İstanbul’da da Beyoğlu Balıkpazarı,Aksaray Pazarı ve Kadıköy’de canlı tavuk satan dükkanlar oluştu.Bu dükkanlara gelen müşteriler kafesler içerisinde bulunan tavukları seçip dükkan sahibine kuru olarak kestirip yoldurduktan sonra evlerine götürürlerdi.

 

 

Yumurtaya gelince,Samsun ve Bartın bu konuda ön plana çıkan iki şehrimizdi.Bu şehirlerdeki toplayıcılar yumurtaları “Tabut” tabir edilen ahşap kasalara kırılmaması için samanla karıştırıp büyük şehirlerdeki toptancılara gönderirlerdi.Araya giren diğer bir aracı da gelen yumurtaları sağlıklı olup olmadığını anlamak için lambadan geçirip parekende olarak satarlardı.

 

Bandırma limanından toplayıcılar tarafından gemiye yüklenen canlı tavuk,süt kuzusu ve yumurtalar ertesi sabah Tophane rıhtımına indirilerek belediyeye ait binada rusum alınarak toptancılara verilirdi.

 

İhtiyaç arttıkça Bandırma’dan kafesler içinde canlı tavuk ve “Tabut” sandıklarla yumurta gönderimi arttı.Bu arada süt kuzusu kesimi yasaklandı ve Tophane’deki belediye binası tavuk ve yumurta satışına tahsis edildi.

 

BANDIRMA HALKININ TAVUKÇULUĞA MERAK SALMASI

 

 Bu gelişmeler olurken Bandırma halkı da tavukçuluğu sevdi ve talep doğrultusunda üretim de büyük ölçüde artırıldı.Bu gelişme üzerine bu trafiği yönlendirecek güvenilir kişiler aranmaya başlandı.Zira gönderilen tavuk ve yumurta bedellerinin sağlıklı bir şekilde geri dönmesi gerekiyordu.Bu durum çok yakın bir zamanda sağlandı.Bandırma yönünde Şerif Gökkaya ve ortakları devreye girdiler ve sektörde “Yumurta Kralı”ünvanını aldılar.İstanbul’da da Sedat,Oktay Orta ve bunun gibiler Tophane kesik et pazarının hatırı sayılır muteber komisyoncuları oldular.Bundan sonra Bandırma-İstanbul arasında mal ve para akışı sağlıklı bir şekilde işlemeye başladı.İstanbul Büyükpazar’daki canlı tavuk satışı ve kesimi yasaklanarak bu işe Tophane’deki belediye binası tahsis edildi.Artık Bandırma’dan getirilen canlı tavuklar burada kesilip toptancılar kanalı ile parekendeciler kanalı ile tüketicilere ulaştırılıyordu.

 

SEKTÖRÜN İLK PATRONLARI TEZGAHTARLAR

 

TKanatlý hayvan satan esnaf, satýþlarýn düþmesinden yakýndýalep fazla kuru kesim ve yolma elemanı ise yok denecek kadar çok azdı.Bu işi biraz olsa becerenler ise patronluğa soyundular.Yeni patronların bir çoğu da eski tavuk satışı yapan tezgahtarlardı.Bunlar kısmen pazarı biliyorlardı.Bu patronlar akşamları müşterileri dolaşır siparişlerini toplarladı. Ertesi günde Tophane’den canlı olarak temin ettikleri tavukları dükkanlarında kesip,yolduktan sonra üzerlerinde başları kopmamış şekilde muhacir sepetlerine koyarak müşterilerine ulaştırırlardı.Bu işte ilk zamanları büyük kazanç olmadığı ve müşterilerini kaptırmamak için yanlarında eleman çalıştırmayıp kendileri bu işi görürlerdi.Bu satışlarda vade kullanılmazdı.Bütün mal peşin para ile yapılırdı.Satış arttıkça Balıkesir yöresinde tavukçuluk sektörü büyümeye başladı.

 

KASAPLARIN TAVUK SATMAYA BAŞLAMASI

 

Üretici,satıcı arasına daha vasıfla insanlar girmeye başladı.Dindar museviler “Helal Kesim”yani “Koşer” için hahamları devreye sokarak sektörün büyümesine neden oldular.Bu gelişmeler olurken tavuk satış dükkanlarının çoğalması ile semtlerdeki kasaplar da artık tavuk eti satmaya başladılar.Bu hareketliliğin ardından tavuk pazarı büyüdü ve Tophane kesik et mezbahası çok hızlı çalışmaya başladı.

 

ROMANLAR SEKTÖRÜN İMDADINA YETİŞTİLER

 

Bu arada hijyen şartları da zorlanmaya başladı.Kesim ve dağıtım yapacak eleman aranıyordu.bu iş için İstanbul Beyoğlu Dolapdere’deki roman vatandaşlar patronların imdadına yetiştiler.Tophane yokuşunda bulunan tekel’in tütün depose kapandı ve buradan boş kalan elemanlardan tavukçuluk sektörü yararlandı.

 

Bandırma’dan getirilen yumurtanın kaynağı ise, Gönen ilçesinde Dünya Kiliseler Birliği’nin hibe olarak verdiği damızlıkla üretime başlayan Devlet Üretme Çiftliğinin ürünleriydi .

 

SÜTLÜCEYE GİDİŞ

 

Dağınık bir alanda İstanbul halkına hizmet veren tavuk kesimcileri ve pazarlamacılar İstanbul Belediyesi’nin sıkıştırması neticesinde bir araya gelerek Sütlüce’ye yani Belediye’nin kesimhanesinin bulunduğu semte gitmeye karar vererek çalışmalara başladılar.Sütlüce’de dükkan bularak taşınmaya başlayan ilk tavukçu esnafıHilmi Şamkaroğlu, Başaran Tavukçuluk,Hüsnü ve ortağı Nail Küçükel ile yıllar once borç batağına batarak kurtuluş ümidini yitiren bunun sonucu da intihar eden Önder tavukçuluk şirketinin sahibi Erol Okta ile Yusuf Okta.

(Devam Edecek)

Piliç Çevirme Beyaz Et Tüketiminde Milat

$
0
0

Piliç Çevirme Beyaz Et Tüketiminde Milat

 

ERKAN KONURALP

 

 

(Fotoğraflar Çiftlik Dergisi arşivi)

 

 NOT:Daha Önce yayınlanan bölümler için sitemizin sol üst köşesinde yer alan “Tavukçuluk Dünyamızdan Kesitler” bölümünü ziyaret ederek ulaşabilirsiniz.

 

 Tavukçuluk Sektörümüz modern tesisleri sonucu halkımıza hizmet verirken, o güne kadar çoğunlukla haşlama olarak pilav üstüne konan piliç etini sevdirmek için harekete geçildi.

 

Aksaray’da çevirme piliç modası

 

 Bir döneme damgasını vuran Aksaray’da çevirme piliç yeme furyası, tavukçulukta beyaz et sektörünün tüketiminde milat olarak Kabul edilir.   

 

 Yıllarca Emniyet Teşkilatımızda görev yaptıktan sonra Almanya sevdasına kapılan bir maceracının hikayesi piliç çevirme olayında adeta bir milattır.

 

 Fuat Dinçer adındaki bu maceraperest büyük umutlarla Almanya’ya işçi olarak gider.Bir çok işyeri değiştiren Fuat Dinçer, bu ülkenin kendisi için bir istikbal yaratamayacağına karar verir. Almanya’nın sosyal hayatına ve gelenek,göreneklerine yabancı olan Fuat Dinçer Türkiye’ye dönmeye karar verir.Temelli dönüş öncesi Türkiye’de bir iş kurmak niyeti olan Fuat Dinçer o yıllarda moda olan piliç çevirme makineleri ile ilgili olarak araştırma yapar.

 

Piliç çevirme Almanya’da Wienerwald’de yenir..

 

O yıllardan itibaren Wienerwald restaurantları, piliç çevirme işinde o kadar büyük isim yaptı ki,Almanya’ya giden tüm ziyaretçilerin uğrak yeri haline geldi.Bu restaurantlarda tavuk suyu çorba,piliç çevirme, kızarmış patates ve iki çeşit kızgın fritözlerde pişirilen mısır unlu ve sade tavuk parçaları müşteriler tarafından büyük rağbet görürdü.

 

Fuat Dinçer bu restaurant’ın bir benzerini hayata geçirmek için Türkiye’ye dönmeye karar verir.Bu kararı verdikten sonra Türkiye’de bulunmayan piliç çevirme dolaplarından satın alır.Artık Türkiye’ye dönme zamanı gelmiştir.

 

AKSARAY ŞENLENİYOR

 

Fuat Dinçer’in piliç çevirme dolaplarını satın alarak Türkiye’ye gelmesi 1963 yılına rastlar.Bu gelişinden sonra Fuat Dinçer açacağı dükkanın araştırmasını yapar ve İstanbul Aksaray semtinde karar verir.Bu kararı vermesi ve dükkanın açılışı 1964 yılının sonlarına rastlar.İşte “ŞÖLEN PİLİÇ” İstanbul halkı ile tanışır.

 

Fuat Dinçer’in Aksaray’da açtığı Şölen Piliç dükkanı hergün dolar taşar.Artık Şölen Piliç’in çevirme ve fritözde pişirilmiş tavuk parçaları ve kızartılmış patates müşteriler tarafından çok tutulur.Öyle ki,İstanbul’a gelen bir ziyaretçi özellikle piliç çevirme ve patates’I tatmak için Şölen Piliç’in yolunu tutar.

 

PİLİÇ BULMAK ZOR

 

Çevirme yapmak için özellikle 1250 gram gelen piliçler makineye takılmak için gramaj olarak uygundur.Bu gramajdaki piliçleri bulmakta o tarihlerde zordur.Fakat dinçer büyük çaba harcayarak bu gramajdaki piliçleri zorda olsa bulmaya özen gösterir.Piliçlerin temininde Tekirdağ Şarköy  Mürefte’deki besicilerin rolü büyük olur. 

 

KUNTERLER DEVREYE GİRİYOR

 

1965 yıllarında Aksaray semtinde oturan rahmetle andığımız Mustafa Kunter,tavukçulk yapmaya karar verir ve çalışmalarını hızlandırır.

 

1965 yılında İstanbul Büyük Çekmece Çatalca yolu üzerinde bulunan Kunter ailesi tarafından kurulan tavuk üretim çiftliğinde Halkalı Ziraat Mektebi’nden alınan 1000 adet civciv ile Mustafa Kunter ve oğlu Demir Kunter, etlik piliç eti yetiştirmeye başlarlar.Daha sonra Güneşli’de kurulu, Koçman çiftliğinden alınan et ırkı civcivler Yenibosna’daki devlet yem sanayiden temin edilen yemlerle beslenerek Tophane’deki canlı tavuk borsasında piyasaya sunulur.Babası ile birlikte Çatalca’ki kümese büyük emek veren Demir Kunter, sırtında yem çuvallarını taşıyarak bu günkü Şölen Piliç’in temellerini attılar.

 

İzmir’deki Yupi ve İstanbul  Kurtköy’de Tok Tavuk, Samandıra’da da Pak Tavuk. Türkiye’de ilk et ırkı broiler civciv üreten tesislerdi. Topkapı’da Koçman ailesi ve İsraillerin ortak kurduğu ABIC (daha sonraki ismi Topkapı Yem Sanayi) et ırkı civcivler için ilk yem üreten firmalar oldu.
1970 yılına geldiğinde Bolu yöresindeki orman köylülerini kalkındırmak ve ormanların kesilmesini önlemek için ORKÖY projesi başlatıldı.   proje çerçevesinde köylüye civciv ve yem dağıtılarak broiler piliç üretimine geçildi. Demir Kunter Koçman çiftliğinden aldığı civcivler ile devlet yem sanayinden aldığı yemleri Bolu-Düzce Yığılca bölgesindeki sözleşmeli yetiştiricilere dağıtarak o bölgedeki etlik piliç üretiminin temellerini atanlardan biri olmuştur.

 

Bu arada Baba,oğul Kunter’ler Aksaray’da bulunan Şölen Piliç’in de  tedarikçisi olurlar.

 

1970 yılına geldiğinde Bolu yöresindeki orman köylülerini kalkındırmak ve ormanların kesilmesini önlemek için ORKÖY projesi başlatıldı. Bu proje çerçevesinde köylüye civciv ve yem dağıtılarak broiler piliç üretimine geçildi. Demir Kunter Koçman çiftliğinden aldığı civcivler ile devlet yem sanayinden temin ettiği yemleri Bolu-Düzce Yığılca bölgesindeki sözleşmeli yetiştiricilere dağıtarak o bölgedeki etlik piliç üretiminin temellerini atanlardan biri olmuştur.

 

1974 yılında evlenen Demir Kunter’in yanında Türk Tavukçuluk sektörünün duayenlerinden Hanri Benazus,Jack Rozanes,Süreyya Astarcı,Muzaffer Şener ve diğerleri yer aldı.

 

PİLİÇ ÇEVİRME İLE ALINAN GEMİ

 

İstanbul Aksaray semtinde Şölen Piliç ile büyük isim yapan Fuat Dinçer kazandığı paralarla bir gemi satın alır ve nakliye yapma kararı alır.Bu sıralarda piliç fiatları üretimden sonra 3 kat bir fiatla alıcı buluyordu.Şahit olduğunuz gibi piliç satarak 1978 yılında bir gemi alınabiliyordu.

 

ŞÖLEN PİLİÇ EL DEĞİŞTİRİYOR

 

Fuat Dinçer’in büyük emeklerle kurduğu ve bir efsane halini alan Şölen Piliç Kunter ailesi tarafından 4 milyon liraya,bir milyonu peşin verilerek satın alınıyor.Geri kalan 3 milyon lira ise, Şölen Piliç dükkan kazancı ile ödeniyor.

 

1978 yılında Demir Kunter 1965′ten beri pilicini verdiği Şölen Piliç Restorantı satın alıyor.Böylece hem pilici yetiştiren, kesip satan ve de kendi Restorantında pişirip satan bir işletme oluşuyor.1965-1985 yılları arasında piliç çevirme sadece Aksaray civarında vardı.O tarihlerde İstanbul Üniversitesinde okuyan herkes okul çıkışı Şölen Piliçte kızarmış pilici zevkle yemişlerdir.

 

O zamana kadar Kunter tavukçuluk markası ile piliç yetiştiren Demir Kunter, Şölen Piliç markasını kullanmaya başlıyor ve Anonim Şirketi haline geliyor. Şölen Piliç Gıda Sanayi A.Ş tüm hisseleri Kunter ailesine ait bir aile şirketidir.

 

 ŞÖLEN PİLİÇ BİNASI DA SATIN ALINIYOR

 

1983 yılında Şölen Piliç’in İstanbul Aksaray semtindeki binası Kunter ailesi tarafından 5 milyon liraya satıl alınarak sermayeye katılıyor.

 

Bolu ve Bandırma yöresinde entegre tavukçuluğun çok gelişmesi  ile çiftlikleri Trakya bölgesinde olan Şölen Piliç üretimi bırakıp Entegre Piliç Üretim tesislerinden piliç temin ederek satmaya başlıyor.

 

Bugün Şölen Piliç A.Ş. Sağlıklı Tavuk Bilgi  Platformuna üye tesislerde üretilen etlik piliç etlerinin İstanbul ve civarında satış ve dağıtımını yapmaktadır. İstanbul Mahmutbey İstoç’ta kurulu soğuk hava deposu ve dağıtım tesisleri ile okul, hastaneler, catering firmaları ve piliç eti ihtiyacı olan tüm kurum ve kuruluşlara, soğuk zincir bozulmadan frigorifik dağıtım araçları ile hizmet vermektedir. Her türlü gıda kalite ve hijyen sanitasyon belgesine sahiptir.

 

1965 Yılından beri tavukçuluk yapan ŞÖLEN PİLİÇ üretimi bıraktı. Fakat tavukçuluğu bırakmadı. Uzun tetkikler sonucu, LEZİTA firmasının İSTANBUL bayii oldu.

 

Şölen Piliç,İstanbul İstoç’ta kurulu tesislerinde tüm tecrübesiyle Lezita Piliç ve diğer mamüllerini hijyen kurallarını uygulayarak  satışını yapmaktadır.

 

NOT: Gelecek yayınımızda  piliç sektörümüzün kalbi  sayılan Bandırma yöresinden bir güneş gibi doğan ve sektürümüze büyük katkısı olan BOR ailesinin yarattığı Emek tavuk’un, Şeker Piliç’e dönüşüm  hikayesini bulacaksınız.  


Hüseyin Amcanın Bahçesinde Beslediği Tavuklardan Doğan Dev Şirket

$
0
0

 

HÜSEYİN AMCA’NIN CİVCİV HOBİSİ  İLE EMEĞİ,BUGÜNÜN DEV ŞİRKETİ ŞEKER PİLİCİN TEMELİNİ BELİRLEDİ

 

 

ERKAN KONURALP 

 

 

 

(Fotograflar Çiftlik Dergisi Arşivi)

 

 

 

NOT:Daha Önce yayınlanan bölümler için sitemizin sol üst köşesinde yer alan “Tavukçuluk Dünyamızdan Kesitler” bölümünü ziyaret ediniz.

 

Hayvancılık ile ilgili hiçbir ilgisi olmayan lojistik şirketi bulunan Hüseyin amca’nın(Hüseyin Bor),un çocukları ile verdiği emek,bugünün dev entegre şirketi Şeker Piliç’i yarattı.

 

 

1958 yılında Bandırma’nın en önemli lojistik firmalandan birine sahip biri olan Hüseyin Bor,arsasının üzerine kurduğu kümeslerde hobi olarak civciv beslemeye başladı. Neden 225 civciv diye merak ederseniz,o yıllarda kümeslere giren hastalık tümünü yok ediyordu.

 

 İşe 225 civcivle başlayan Şeker Piliç, AB’ye ihracat yapan ilk firmalardan oldu

 

Balıkesir’in Bandırma ilçesinde bulunan Şeker Piliç’in Pazarlama Koordinatörü Kaan Bor, 1958 yılında dedesi Hüseyin Bor’un bahçesinde kurduğu küçük bir kümeste yetiştirdiği 225 civcivle başlayan ticari girişimin, bugün yıllık 290 milyon lira ciro yapan büyük bir tesise dönüştüğünü söyledi. Bor, Avrupa Birliği (AB)’ne ilk beyaz et ihracatı yapan şirketlerden biri olarak tarihe geçtiklerini belirterek, 35 hektarda 7 bin metrekare kapalı alanda faaliyet gösteren tesiste, günde 500 ton piliç eti işlendiğini kaydetti.

 

 ’KAPI KAPI DOLAŞARAK YUMURTA  SATTIK’

 

Dedesi tarafından kurulan kümeste üretilen yumurtaları kapı kapı gezerek sattıklarını anlatan Kaan Bor, zamanla işlerin büyüdüğünü ifade etti. Şeker Piliç’in ilk kümesinin 1960 yılında Emek Tavukçuluk adıyla kurulduğunu belirten Bor, “Dedemin vefatıyla babam Osman Bor ve amcam Ali Bor, işin başına geçti. Bir kümesle başlayan ticari girişim, büyüyerek devam etti. ” dedi. Ailenin üçüncü kuşak fertleri olarak kardeşi Satış Koordinatörü Hakan Bor ve kuzenleriyle birlikte çalıştıklarını ifade eden Bor, entegre tesis bünyesinde damızlık civciv tesisleri, kuluçka üniteleri, yem fabrikası ve kesimhaneler bulunduğunu anlattı. İlk yem fabrikasını 1990 yılında devreye aldıklarını belirten Bor, “1994 yılında ise kuluçka tesislemizi büyüttük. Eskişehir’de de damızlık tesislerimiz var. Ayrıca Bandırma’nın köylerinde, bize fason üretim yapan bin 500 kişi var. Tesislerimizde toplam bin 600 kişi çalışıyor. Ayrıca taşeronlar, dışarıdan iş yapanlar ve bunların ailelerini de katarsanız toplamda 12 bin civarında istihdamımız var. Pazardaki payımız, yüzde 7 civarında. Entegrasyonun son halkası ve merkezi konumundkia kesim tesisleri, 1995 yılında hizmete girdi.” şeklinde konuştu.

 

‘AVRUPA’YA İLK BEYAZ ET İHRACATI YAPAN FİRMALAR ARASINDA’

 

Şeker Piliç’in kesim tesislerinin, 2003 yılında Tarım Bakanlığı tarafından yapılan denetlemeler sonucunda AB ülkelerine ihracat yapabilecek altı tesisten biri olarak seçildiğine dikkat çeken Kaan Bor, 2009′da AB’ye ilk beyaz et ihracatı yapan şirketlerden biri olarak tarihe geçtiklerini söyledi. 2010 yılında 7 bin tonluk ihracat yaptıklarını belirten Bor, şunları kaydetti: “Bunun büyük kısmı, bütün piliç olarak ihraç edildi. İran, Almanya, Çin ve Tayland’a 12 milyon dolarlık ihracat yaptık. 2011 yılında 15 milyon dolar hedefliyoruz. İstanbul Sanayi Odası’nın,Türkiye’nin en büyük 500 firması listesinde, 1997 yılında 493. sırada yer aldık. İlerleyen yıllarda üst basamaklara tırmandık. Hedefimiz. ilk 100 firma arasına girmek.”

 

 ’HELAL GIDA BELGESİ ALAN ÜÇ FİRMADAN BİRİYİZ’

 

Satış Koordinatörü Hakan Bor ise Türkiye’nin helal gıda sertifikasına sahip üç entegre tavukçuluk firmasından biri olduklarını belirterek, insanlara güvenli ve huzurlu ürün sunduklarını söyledi. “Tesislerimiz modern ve istenen seviyede olduğu için dört ay gibi kısa bir sürede bu belgeyi aldık.” diyen Bor, İslam Konferansı Örgütü (İKÖ)’ne üye ülkelere daha çok ihracat yapmayı ve dünyada 2 trilyon dolar olarak ifade edilen helal gıda pazarından pay almayı planladıklarını vurguladı. Tesislerinde İslami kurallara uygun kesim yapıldığını ve bunun Bandırma İlçe Müftülüğü tarafından belgelendirildiğini ifade eden Hakan Bor, “Detaylı incelemeler sonucunda, Şeker ürünlerinin temiz ve helal olduğu, yenmesinde dinen hiçbir sakınca bulunmadığı konusunda belge verilmiştir. İlçe müftülüğü, her yıl periyodik olarak konuyla ilgili incelemelerini yapmaktadır. Şeker Piliç olarak bugüne kadar kesim ve işleme konusunda, insanların gönül rahatlığıyla yiyebileceği üretim anlayışıyla, İslami usullere uygun çalışma hassasiyetimizi en üst düzeyde tutuk. Başvurumuzun sonucunda ‘Helal Gıda’ belgesi aldık. Bu süreçte tesisimiz, baştan aşağıya incelendi. Sertifikayla öncelikle hassasiyetlerimizi tescil ettirdik. Ayrıca ihracat faaliyetlerinde elimizi güçlendiren bir belgeye kavuştuk. Amacımız, uluslararası pazarlarda var olan prestijimizi daha da artırmak.” dedi.

 

 EMEK TAVUK-ŞEKER PİLİÇ

 

Türk Tavukçuluk Tarihi ile ilgili yayınımızın ilk bölümlerinde et ve yumurta yönlü beyaz et ürünlerinin kırsal kesimlerde üretildiğini hatırlatmıştık.Kırsal bölgelerde doğal ortamda beslenen bu tavuklarında ekseriyetle Balıkesir-Bandırma yöresinde yoğunlaştığı dikkat çeker.Bu yetişen tavuklar tahta kafeslere konulur ve Bandırma merkezde satıldığı gibi büyük çoğunluğu da  gemi ile İstanbul Tophane semtine nakledilirdi.Bandırma’dan gelen bu tavuklar Tophane semtindeki iptidai odalarda roman vatandaşlar tarafından  kesilip,yolunur ve kafaları üzerlerinde kalmak suretiyle içleri temizlenir ve sepetlere konularak sabaha karşı İstanbul Beyoğlu semtinde bulunan Balıkpazarı kasaplarına dağıtılırdı.

 

Bu yıllarda Bandırma yöresinin tanınmış nakliyecilerinden Hüseyin Bor,hobi olarak bahçesinde tavuk yetiştirme kararı alır ve 225 civciv ile bu işe başlar.Bandırma yöresinde herkes tarafından sevilen Hüseyin Bor, tüm işinden arta kalan zamanını civcivlerine ayırır.(1958)

 

Türk Tavukçuluk tarihimizin büyük uzmanlarından Veteriner Hekim Nurettin Gürsoy ile yaptığım bir söyleşide bana çok ilginç bilgiler vermişti bu konuda.Bu yıllarda Balıkesir Gönen’de bulunan Devlet Üretme Çiftliğine Kiliseler Birliği tarafından damızlık bir süre hibe edilir.Bu sürü üretme çiftliğinde üretime geçikrilir veTürkiye’nin ilk damızlık civcivi piyasaya verilir.Daha sonra da aynı çiftliğe Amerikan Marshall yardımı çerçevesinde New Hampshire ırkı damızlık verilir.

 

YETİŞTİRİLEN CİVCİVLER CİNSİYET TAYİNİ YAPILMADAN  ÜRETİCİYE VERİLİRDİ

 

Şeker, 1960 yılında Emek Tavukçuluk adıyla kuruldu. Söz konusu dönemde kırsal bölgelerde beslenen tavukların yumurtaları şehirlere getirilip satılır ve halkın ihtiyacı bu şekilde karşılanırdı. Devlet çiftliklerinde, Amerika’dan Marshall yardımı çerçevesinde Türkiye’ye getirilen New Hampshire tavukları vardı. Bu tavukların yumurtalarından cinsiyet tayini yapılmadan civciv çıkarılır ve satılırdı. Sektördeki bu boşluğu fark ederek profesyonel bir yaklaşımla işe başlayan Emek Tavukçuluk, artan damızlık ihtiyacı karşısında kuluçka makinelerine yatırım yaptı. 1973 yılında, haftalık yumurta kapasitesini 14 bin adede yükselterek hedef büyüttü. 1983 yılında, 230 bin 400 yumurta kapasiteli Hollanda yapımı kuluçka makineleri ithal ederek, hızla büyüdü. Amerikan Hy-Line firması ile yapılan ortak çalışmalar sonrasında kurulan damızlık kümeslerinde etlik ve yumurtalık tavuk üretimine geçildi.

 

Damızlık kümes yatırımlarının artmasıyla 1990 yılında bir yem fabrikası kuruldu. Yatırımlarla hızla büyüyen Emek Tavukçuluk, kuluçka tesisleri ve kesimhanenin kurulması, çiftliklerin artmasıyla 1999 yılında unvan değiştirerek Şeker Piliç adını aldı.

 

Türkiye’nin halka açık iki beyaz et firmasından biri olma özelliği taşıyan Şeker Piliç’in hisse senetleri 22 Şubat 2000’de İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nda işlem görmeye başladı. İstanbul Sanayi Odası’nın yaptığı ve Türkiye’nin en büyük 500 firmasının belirlendiği çalışmada ilk kez 1997 yılında 493’üncü sırada yer aldı. İlerleyen yıllarda da listenin üst basamaklarına tırmanarak başarısını sürdürdü.

 

Şeker, 2008 ve 2009’da yeniden yapılanma çalışmalarını hızlandırarak, bir taraftan yeni yatırımlarla kapasitesini artırdı, diğer taraftan da markasına önemli yatırımlar yaparak logosunu değiştirdi.

 

2009 yılı sonunda yeni yüzüyle tüketicisiyle buluşan Şeker, ihracat pazarlarındaki atağıyla da sektörün öne çıkan isimlerinden biri oldu. Yatırımların tamamlanmasıyla üretim kapasitesi 100 bin tona ulaşacak Şeker, 2010 yılında 14 bin metrekarelik kesimhanesini faaliyete geçirecek. İleri işlenmiş ürünlerde ise şu anda 6 bin ton olan üretim kapasitesi yatırımların tamamlanmasının ardından 12 bin tona yükselecek.

 

Türk halkının hak ettiği güvenilir ve sağlıklı piliç eti ve ürünlerini üretme hedefiyle sürekli kendini yenileyen Şeker, Türkiye’nin ve dünyanın lider üreticilerinden biri olma felsefesiyle hareket ediyor.

 

Bu başarı öyküsünün kurucuları, Başta Hüseyin Bor olmak üzere, bugünün Şeker Piliç Yönetim Kurulu Başkanı Ali BOR ve Başkan Yardımcısı Osman BOR kardeşler ile diğer şirkete emek veren diğerleri.

 

İşte sizlere bir ailenin emeği ile ortaya çıkan “şeker Pili甑in öyküsü

 

 

 

 

 

 

 

Tavukçuluk Dünyamızda Sigortacıların Emeği Büyük

$
0
0
Hanri Benazus(Solda)Genel yayın Müdürümüz Serdar Konuralp ile hatıralarını paylaştı

Hanri Benazus(Solda)Genel yayın Müdürümüz Serdar Konuralp ile hatıralarını paylaştı

 

Erkan KONURALP

 

 

 

Tavukçuluk sektöründe bu mücadeleler hüküm sürerken modern tavukçuluk kurallarının da yavaş yavaş kümeslerde uygulandığına şahit oluyoruz.

 

SİGORTACILARIN HOBİSİ MODERN

TAVUKÇULUĞUMUZUN İLK ADIMI OLDU…!

 

Modern Türk Tavukçuluk Sektörünün doğuşu olarak,sigortacılık yapan bazı işadamlarının hobi olarak tavuk beslemelerini gösterebiliriz.

 

Tavukçuluk sektörümüzün bugünkü modern hale gelmesinde Yu-Pi Tavukçuluk’un kurucusu Hanri Beazus’un büyük bir paya sahip  olduğu tartışmabız bilinmektedir.

 

1970’li yılların sonralarına doğru İzmir’de sigortacılık yapan bir grup arkadaş hafta sonları dinlenmek  için bu güzel kentin Çeşme beldesine ürekli giderek yorgunluk atarlar.Bu grubun üyelerinden Hanri Benazus,Osman Keresteci,Hulisi Şakım ve Selahattin Keresteci başta olmak üzere bir hafta sonu yine Çeşme’ye giderler ve yemek sırasında yapılan sohbette hobi olarak tavukçuluk yapmaya karar verirler.Verilen bu karar neticesinde araştırmalara hız verirler. Yapılan çalışmalar sonunda küçük çapta da olsa emellerine kavuşurlar. 2 adet 10×20 ebadında kümes inşa ettirirler ve 5-6 bin civciv ile işe başlarlar.Bu yapılan tavukçuluk işinde Hanri Benazus,Osman Keresteci,Hulisi Şakım ve Selahattin Keresteci ortak olurlar.

 

ERBEYLİ’DE EĞİTİM

 

Bu ortaklığın ardından Hulisi Şakim’ın eşi İclal Şakım’ı Erbeyli’deki Devlet Üretme Çiftliği’ne tavukçuluk ile ilgili görgüsünü artırmak için görevlendirirler.Bunun üzerine İclal Şakım Erbeyli Devlet Üretme Çiftliği’nde o zamanların tavukçuluk uzmanı Avni Başdoğan’ın yanında staj görür.Bundan sonra ortakların kurduğu iş yerinde kümeslerden sorumlu olur.

 

RÜVEYDE AKBAY DEVREDE

 

Bu olaylar gelişirken İzmir Ziraat Fakültesi’nda asistan olarak çalışan ve yıllar sonra Türk Tavukçuluk Sektörü’ne büyük hizmetleri geçen Dünya Bilimsel Tavukçuluk Derneği Başkanlığına(WPSA) kadar yükselen Türkiye Bilimsel Tavukçuluk Derneği Başkanı Prof.Dr.Rüveyde Akbay İzmir Çeşmealtı’nda bulunan kümeslere danışmanlık yapar.

 

Prof.Dr.Rüveyde AKBAY

Prof.Dr.Rüveyde AKBAY

Bu çalışmalar sürerken bazı anlaşmazlıklar nedeniyle Hanri Benazus ortaklıktan ayrılır ve İzmir Pınarbaşı’nda arazi satın alarak Yu-Pi adında bir tavukçuluk Şirketi kurar.

 

Yu-Pi Tavukçuluk’un ilk ortakları Hanri Benazus,Ruhat Kütükbaşı ve Osman Keresteci’nin eşi Fatma Sina Keresteci olarak şirket tescil edilir.

 

Daha sonra bu ortaklığa Sami Gomel ve Selim Alterel Gürkan dahil olurlar.

 

Yu-pi Tavukçuluk sektörümüze büyük bir ışık getirmiştir.Şirket gün geçtikçe gelişirken bir yandan da Türk Tavukçuluk Sektörü’nün duayeni sayılan uzmanları şirketin organizesinde ülkenin dört bir yanına gönderilerek seminerler verdirildi..Bu seminerler köy kahvelerinde,kümeslerde ve bazı kez de ahırlarda gerçekleşiyordu.Seminerlere Uzman Veteriner Hekimler Nurettin Gürsoy,Turgut Atılgan,Erdoğan Finci, Ali Babila,Yavuz Sayın,Mustafa Arda,Nejat Aydın ile birlikte şirket temsilcisi Sunda Saltuk katılıyordu.

 

Yu-Pi tavukçuluk şirketinin gelişmesi devam ederken birçok  şirket 1967 yıllarına kadar dayanan çalışmaları ile  sektörde kendini göstermeye  başladılar. Bunlar içinde, Keskinoğlu,Banvit,Pak Tavuk,Uğur Tavukçuluk,Taç Tavuk,Şen Piliç,Beypiliç,Şeker piliç gibi firmalar Başbakan rahmetli Turgut Özal,Tarım Bakanı Hüsnü Doğan(Yetim Hüsnü) ve Ziraat Bankası Genel Müdürü Kemal Akkaya’nın başarılı çalışmaları ve teşvikleri neticesinde sektörde söz sahibi olmaya başladılar.

 

İLK DAMIZLIKÇI KURULUŞ ÇALIŞMASI PAK TAVUK ÖNCÜLÜĞÜNDE BAŞLADI

 

Damızlıkçıların toplantılarına yardımcı olan Pak Tavuk Kurucusu Şaban Daştan

Damızlıkçıların toplantılarına yardımcı olan Pak Tavuk Kurucusu Şaban Daştan

 

Bu arada Bandırma Vitaminli Yem Sanayi yemcilik çalışmalarının yanında  Banvit  adı ile bir tavukçuluk üretim ve pazarlama şirketi kurdu .Hızlı büyük bir gelişme   geçiren Banvit’in öyküsü tavukçuluk dünyamızın geçmişine güzel bir ışık tutmaktadır.Bunu gelin Banvit’in kurucusu Vural Görener’in hikayesi ile öğrenelim;

 

Banvit'in kurucularından Vural Görener

Banvit’in kurucularından Vural Görener

 

 

Türkiye’nin en büyük piliç üreticilerinden biri olan  Banvit’in kurucusu Vural Görener, mütevazı yaşantısıyla genç girişimcilere örnek bir model oluşturuyor. Görener işindeki başarısını düzenli aile hayatıyla açıklıyor.

 

Türkiye’de, hemen her ailenin geçmişinde bir göç hikâyesi bulmak mümkündür. Orta Asya steplerindeki göçebe hayatından yerleşik hayata geçeli hayli zaman olsa da, göç etmek bu milletin genlerine işlemiş âdeta. Özellikle yüzyılın başında yaşananlar, daha çok zorunlu göçler. Savaşlar ve çatışmaların getirdiği acılar, bu göçlerle harmanlanmış. Ortada böyle bir gerçek var ancak Türkiye’nin göç hikâyesi, sadece savaşlarla sınırlı değil. Son 50 yıldır yaşanan köyden kente göç olgusu, toplumun sosyolojik yapısında ciddi kırılmaların, dönüşümlerin başlangıcı olmuş. Ülkede bugün yaşanan sancılı sosyal değişimlerin temelinde, bu göç olgusunun izlerini bulmak mümkün. Türkiye’nin göç gerçeğinin çok önemli bir başka boyutu ise elbette Balkan göçleri. Yüzyılın başlarında, Balkan coğrafyasının zorlu koşullardan kaçarak Anadolu’nun şefkatli bağrına sığınan ilk nesil göçmenlerin çocukları ve torunları da artık bu ülkenin başarı hikâyelerine isimlerini yazdırabiliyor. O başarı hikâyelerinden biri, Bandırma’da faaliyet gösteren, hâlen Türkiye’nin en büyük beyaz et üreticilerinden sbiri olan  BANVİT’in kurucusu Vural Görener. 1927 doğumlu Görener’in kökeni Kırım’a dayanıyor. Dedeleri Kırım’dan önce Varna’ya hicret etmiş. Kendi tabiriyle, Rus’lardan kaçan aile burada da Bulgarlara tutulmuş! Bulgaristan’da da rahat edemeyince ailenin yolu İstanbul’a düşmüş. Vural Bey, İstanbul Çatalca doğumlu. Ailenin Bandırma serüveni ise bu dosyanın esas konusunu oluşturuyor. Yani küçük bir değirmenin ülkenin sanayi devi olma öyküsünden bahsediyoruz.

 

Ailede İstanbul’a ilk gelenler Vural Bey’in amcaları olur. Amcasının gelişi de eğitim amaçlıdır. İleri görüşlü bir insan olan dedesi, Vural Bey’in amcasını okuması için İstanbul’a gönderir ve Mekteb-i Sultani’ye kaydını yaptırır. Mekteb-i Sultani yani Galatasaray Lisesi şimdi olduğu gibi yüzyılın başında da gözde bir eğitim kurumudur. Amcasının Birinci Dünya Savaşı öncesinde İstanbul’a gelmesi ailenin yeni rotasını da çizmiştir aslında. Vural Bey’in babası Ali Haydar Bey de, İstiklal Savaşı yıllarında İstanbul’a gelir. Onu, ailenin geri kalanı izler. O yılların karakteristik özelliği gereği, Balkanlardaki bir Müslüman ailenin daha son durağı olmuştur, Anadolu. Ticarete yatkın bir isim olan Ali Haydar Görener, önce Çatalca yakınlarında un değirmenini alarak iş hayatına atılır. Bulgaristan’da öğrendiklerini bu değirmende uygulamaya başlar.

Untitled-15

Görener Ailesi, o yılların genel karakteristiğinin aksine çocuklarını okutma noktasında oldukça ileri görüşlüdür. Amcasından sonra genç Vural’ı da okuması için önce Sultanahmet Lisesi’ne kaydettirirler. Oradan Alman Lisesi’ne geçiş yapar. Babası oğlunun hem iyi yetişmesini hem de dil öğrenmesini istemektedir. O yılların gözde yabancı dili ise Almancadır. Vural Bey’in Alman Lisesi’nde ilginç anıları var: “İkinci Dünya Harbi’nin başlarıydı, Almanlar Polonya’ya girdikleri gün ben de Alman Lisesi’ne kaydımı yaptırdım. 1944’te ise Almanların harbi kaybedeceği belli olmuştu. Savaşın başından bu yana tarafsız kalan Türkiye, bu gelişme üzerine Batı’dan izole olmamak için Almanlara harp ilan etti. Öyle olunca bizim hocalar gözetim altına alındı. Sonra hocalarımızı Çankırı’ya sürdüler ve okul kapandı.” Okul kapandıktan sonra Vural Bey Robert Koleji’ne devam eder ve 1950’de mezun olur. O dönemki sınıf arkadaşları arasında merhum Şakir Eczacıbaşı ve Çanakkale Seramik’in kurucusu iş adamı İbrahim Bodur da vardır.

 

Mezuniyet sonrası iş hayatına hızlı bir giriş yapar. Bir ithalat şirketinde çalıştıktan sonra askere gider. Onun askerlik yılları Kore Harbi’ne rastlar. İlk giden birlikte lisan bilmeme yüzünden ciddi sıkıntılar yaşanınca, tayini tercüman sıfatıyla Kore’ye çıkar. 1951 yazında 17 yedek subay arkadaşıyla birlikte Kore’ye gider. Asker dönüşü önce Çatalca’daki un değirmeninde işe başlar ancak babasıyla anlaşamaz. Çeşitli şirketlerde çalıştıktan sonra, tekrar babasının yanına döner: “1955’te pederle tekrar bir araya geldik. Daha önce yetki devri noktasında sıkıntı yaşamıştık. Bu sefer o bize yetki vermeye razı oldu. Sıvı yağ üretmek için Görenerler diye bir şirket kurduk.”

 

Ali Haydar Görener, Türkiye’de ilk ayçiçeği yağı üreticilerinden. Babasının gerçek bir müteşebbis olduğunu vurgulayan Vural Bey, ilk girişimlerini, “Babam o yoklukta, değirmeni için Macar bir usta bularak onun projesiyle eski değirmeni bir su değirmenine çevirmeyi başarmıştı. O zamana göre daha modern ve etkili bir enerji elde etmişti.” sözleriyle anlatıyor.

 

Ali Haydar Görener, Trakya’da başladığı ayçiçeği yağı üretimi için, Bulgaristan ve Romanya’dan ayçiçeği tohumu getirmiştir. O zamanlar memlekette ayçiçeği yağı ve diğer sıvı yağlar yok denecek kadar azdır. En çok kullanılan koyun yağı ve tereyağıdır. Zamana göre çok modern tekniklerle ayçiçeği yağı üretimine başlayan Görener, bunun için Romanya’dan hidrolik pres bile getirtmiştir. Ancak onun yağ üretimindeki hızını İkinci Dünya Savaşı keser. Devlet, Hitler tehlikesine karşı Trakya’yı boşlatma kararı almıştır. Bunun üzerine makinelerini söken Ali Haydar Görener, bunları Bursa’nın Mustafakemalpaşa ilçesinde bir yere depoya kaldırır. Savaş sonrası tekrar Trakya’ya döner ancak artık burada ayçiçeği tarımı ve yağ üretimi yaygınlaşmıştır. Trakya’daki rekabete ortak olmak istemeyen Ali Haydar Görener, hem hammadde açısından zengin hem de yağ üretiminin hiç olmadığı Bandırma’ya yerleşmeye karar verir. 1955’te oğlu Vural’ın da şirkete katılmasından sonra, Trakya’daki fabrikayı sökerek Bandırma’ya naklederler. Vural Bey, “Bu kararımızın ne kadar doğru olduğu daha sonra ortaya çıktı.” diyor.

 

BANDIRMA VİTAMİNLİ YEM SANAYİİ

 

Bandırma’da 12 yıl boyunca ayçiçeği yağı üretimini sürdüren Görenerler, 1967’de radikal bir karar alarak, yem işine girmeye karar verir. Böylelikle bugünün sanayi devi Bandırma Vitaminli Yem Sanayii’nin yani BANVİT’in temelleri atılır. O sırada Bandırma’da devletin yem fabrikası faaliyet göstermektedir. Devlet, 2. Dünya Harbi’nden hemen sonra karma yemin önemini anlamış ve muhtelif yerlerde yem fabrikaları kurmuştur. Vural Görener, devletin yem fabrikaları için kullandığı teknolojiyi eleştiriyor. Yem fabrikası kurmadan önce dünyada bu işin nasıl yapıldığını araştırdıklarını söyleyerek, sonuçta daha verimli ve dünyada kullanılan dikey sistemi tercih ettiklerini belirtiyor. Devletin fabrikalarında ise eski teknoloji ürünü yatay sistemin tercih edildiğini aktarıyor.

untitled

Aslında ülkenin en büyük beyaz et üreticilerinden biri olmasında, kuruluş yıllarında atılan sağlam temellerin ne kadar önemli olduğu, Vural Görener’in hatıralarında ortaya çıkıyor. Bandırma Vitaminli Yem Sanayii’nin kuruluşu, o yıllarda fazla rastlanmayan bir profesyonellikte olur. Bu sektöre girmeye karar verince hemen Ben Josef isimli bir mühendis bulur. Babasının Macar usta bulması gibi o da bu alandaki en iyi ismi işin başına getirmiştir. Ben Josef aslen Sofyalı bir Yahudi’dir ve İsrail’deki ileri teknoloji ürünü bütün fabrikaları kuran adamdır. Fabrikanın işçiliğini ise yine bu işi İsrail’de öğrenen Rıdvan Kavruk yapar. Bu isim üstünde biraz durmak gerekiyor. Türkiye’deki yerli yem sanayilerinin hemen hepsinin başlangıcı Rıdvan Kavruk ve 1972’de kurulan YEMMAK’tır. YEMMAK hâlen çalışan bir şirket. YEMMAK artık İsrail’den öğrendiği teknolojiyi oraya satacak seviyeye gelmiş bir işletme.

 

İşte böyle bir altyapıyla karma yem üretimine girer Vural Görener. Ürettikleri yemi yumurta üreticilerine satmaya başlar. 1970’te ise Hollanda’da gördüğü likit yumurta işine girmeye karar verir. Üretime başlar ancak likit yumurta iç piyasada talep görmeyince bu işten vazgeçer. 1967’de başladığı yem üretimini 1983’e kadar devam ettirir. Önce yumurtacılara sattığı yemi, daha sonra piliç üreticilerine satmaya başlar. Bu sürede ülkedeki yem üreticilerinin sayısı artmış ve rekabette gittikçe kızışmaktadır. Kâr marjları da azalınca, katma değeri daha yüksek bir işe girmeye karar verir. Değirmenle başlayan, sıvı yağ ve yemle devam eden girişimcilik serüveninde şimdiki durak piliç sektörüdür. Sektördeki boşluğu görmüştür. Çünkü o yıllarda ülkede entegre etlik piliç üretimi yoktur. Sektör çok parçalıdır. Bir işletme damızlık civciv üretirken, diğeri yem üretmektedir. Kesimhaneler de ayrı şirketlerdedir. Satış ve pazarlama ise bayiler aracılığı ile gerçekleşmektedir.

 

O zamanın öne çıkan kuruluşlarından biri İstanbul’daki Pınar Tavukçuluk’tur. Banvit sektöre, canlı piliç üretip Pınar Tavukçuluk’a satarak girer. Pınar dışında o zamanın diğer önemli firmaları KÖYTÜR, YUPİ ve MUDURNU’dur. Ancak bunların hiçbirinde entegre üretim yapılmamaktadır. Çünkü piliç üretiminde entegrasyon için ciddi sermaye gerekmektedir. O zamanlar bugünkü gibi uzun vadeli banka kredisi uygulaması da olmadığı için, şirketler entegre üretime girmeye cesaret edememektedir. Vural Görener’in hedefi ise tam entegrasyona dayalı bir üretim anlayışıdır.

 

MACAR USTA’DAN AMERİKALI GİRİŞİMCİYE

 

1957’de, başarılı tarımsal üretim metotlarını Türk çiftçisine öğretmek amacıyla, Türk ve Alman hükûmetlerinin ortak girişimiyle kurulan, Tahirova Türk – Alman Örnek Tatbikat Çiftliği, BANVİT’in kuruluşunda önemli kilometre taşlarından. 20 yıl boyunca faaliyet gösteren, kuruluş ve geliştirme masrafları Alman hükûmetince karşılanan çiftlik, birçok Alman uzmanın Türkiye’de çalışmasına ve birikimlerini aktarmasına zemin hazırlamış. Ayçiçeği yağı üretirken o çiftlikten tohum alan Vural Görener, Prof. Scholtissek ile bu vesileyle tanışır. Alman profesör piliç üretiminde uzman bir isimdir ve bu alanda kitapları vardır. Vural Bey, kesimhane ve işletmeyle ilgili ilk bilgileri, onun kitabından öğrenir.

 

İlk satışlar başlayınca otomatik bir kesimhane kurarlar. Piliçleri kesmekten daha zor olanı satmaktır. Çünkü piliç etinin beklemeye tahammülü yoktur. Hazırlanan etin hemen satılması gerekmektedir. Her açıdan çok karmaşık bir işe girmiştir genç girişimci. Bazı açılardan zorlandığı noktada, Robert Koleji’ndeki hocasının sözleri gelir. Hocası onlara her zaman, ‘sınavda bana palavra okumayın, bilmiyorsanız kâğıdınıza ‘I know that I don’t know’ yani bilmediğimi biliyorum yazıp verin, ben size iyi not veririm’ demektedir. Görener, “Gerçekten de bu şekilde yazdığımızda hocamız bize iyi not verirdi. Ancak utandığımızdan bir sonraki sınava çok iyi hazırlanır ve bu sefer hakkımızla iyi notlar alırdık.” diyor. İşte şimdi piliç işinde de durum böyledir. Okuldaki teoriyi şirkette pratiğe dökme zamanı gelmiştir. Piliç entegrasyonunun zorluklarını gören Görener, işe bu sektörü bilmediğini kabullenerek başlar. Daha önceden tanıştığı ve Dünya Bankası’nın Türkiye’ye gönderdiği bir Amerikalı olan Jess Merkel’e bir mektup yazar. Merkel, Amerika’daki ilk piliç entegratörlerinden biridir. Bu işten çok zengin olunca şirketini satmış ve eşiyle dünyayı gezmektedir. Vural Bey, piliç işinin inceliklerini ondan öğrenmeye karar vermiştir. Talebine olumlu cevap gelir. Böylelikle Görenerlerin Macar ustayla başlayan iş hayatına, Sofyalı mühendis ve Alman akademisyenden sonra şimdi de Amerikalı bir iş adamı girmiştir.

 

Jess Merkel, her yıl yaz aylarında eşiyle birlikte Bandırma’ya gelerek, 2-3 ay Vural Görener ve eşinin misafiri olur. Vural Bey, beyaz et sektöründeki bütün uygulamaları ondan öğrenir. Teoriyi Alman profesörün kitabından öğrenmiş, pratiği ise Jess Merkel ile yapmaktadır. Merkel, Vural Bey’e Amerika’daki tavukçuları bile gezdirir. Sonuçta BANVİT, Türkiye’de entegre piliç üretimini ilk başlatan şirket olur. 1983 sonunda ilk konvoyörü yaparlar. Görener, “Likit yumurtaya ne kadar yanlış zamanda girdiysek piliç işine o kadar uygun bir zamanda girdik. 1984’te Jess’le çalışmaya ve üretime başladık. O sıralarda Kaynarca’da ENTAŞ ve LADES piliçleri üretime başladı. Onlar da entegre üretime karar verdi. Danimarkalıların öncülüğünde başladılar.” sözleriyle anlatıyor o dönemleri. BANVİT’le birlikte LADES firması da, o dönem büyük bir reklam kampanyasıyla üretime başlar. Devlet de KÖYTÜR’ü devreye sokmuştur. Çok iyi bir pazarlama ağı kurduklarını belirten Görener, LADES’in yaptığı televizyon reklamlarının pazarı büyütmesinden çok faydalandıklarını söylüyor.

 

BEN HÂLÂ PATRON DEĞİLİM!

 

Bugün Türkiye’nin en büyük beyaz et üreticisi konumunda. Bir süre önce BANVİT Kırmızı markasıyla kırmızı et sektörüne de giren şirket, bu alandaki iddiasını da ortaya koydu. Vural Görener ise 83 yaşında olmasına rağmen her gün eşiyle beraber şirkete gelerek yönetimi devrettiği iki oğluna danışmanlık yapıyor. Şirketin dergisinde yer alan yazılarından oluşan kitapları da ‘Ben patron değilim’ ve ‘Hâlâ patron değilim’ adlarıyla yayımlandı. Duayen sanayicinin, ‘patron değilim’ söylemi aslında bir iş felsefesinin özeti. Neden kendini patron gibi görmediğini anlatırken, yaşam tarzından örnekler veriyor. Anne ve babasından şahsi zenginlik görmediğinin altını çizerek, “Şahsi zenginlik insana ne getiriyor, ben bilmiyorum. Bazı iş adamlarının tuhaf tavırları var. İş hayatında iyi yaşamaya, para harcamaya meraklı bir zümre var. Biz böyle görmedik.” diyor.

Resim 010

Eşi Gülgün Hanım’la birlikte bütün işçilerle diyaloğu olduğunu anlatan Görener, kendisine sıkıntısını anlatamayan bir işçinin, eşinin yanına gittiğini söylüyor. Her zaman işçilerle birlikte yemek yiyen Görener, “Ben Türk değil, Amerikan usulü patronum. 83 yaşındayım ama daha şoför kullanmadım. Bazı iş adamlarımız maalesef şoför kapıyı açmazsa arabadan inmiyor. Sadece iş dünyası değil, bürokrasimiz de böyle.” diyor. Millet olarak şahsi servete çok düşkün olduğumuz tespitini yapıyor duayen iş adamı. Hemen arkasından da ekliyor: “Hâlbuki yarın öldüğünde öbür tarafa sadece iki metrelik bezle gidiyorsun. Şahsi servet kime ne fayda getirmiş? Bana zaman zaman okullarda nasıl kurumsallaşalım diye sorarlar. Eğer şahsi servetten vazgeçersen, kurumsallaşmak çok kolaydır. Yok, hepsi bende olsun dersen olmaz. Benim dikili ağacım yok. Bir evim var, hanımla benim üzerime. Onun dışında benim ne arsam ne otomobilim var. Ama nasıl memnunum anlatamam.”

 

Düzgün bir aile hayatına sahip olmayan meslektaşlarını da eleştiriyor Vural Görener. Kalıcı başarı için iş adamının düzgün bir aile hayatı olmasının büyük önemi olduğunu vurguluyor. Vural Bey için en önemli kavramlardan biri de israf. Çocukluğundan bu yana her işini severek yaptığını, hiçbir işinden şikâyet etmediğini ve hep en iyisini yapmaya gayret ettiğini, bunun da karşılığını her zaman gördüğünü ifade ediyor.

 

Fabrikayı çalıştırmayın şehir karanlıkta kalıyor!

 

Ali Haydar ve Vural Görener, 1955’te Bandırma’da ilk yağhaneyi kurduklarında öncelikli sorunları elektrik yokluğudur. Duayen sanayici o yıllarda yaşadıkları sorunları şöyle anlatıyor: “Bizim fabrika 100 kilovat cereyan çektiğinde, ‘aman çalışmayın şehir karanlıkta kalıyor’ diye elektrik idaresi ricacı oluyordu. Elektrik yoksa sanayi nasıl olacak? DP zamanında, 1950’den itibaren ticaret hareketlenmeye başladı. İlk traktörler o zaman geldi. İlk traktör alıcıları da Ege Bölgesi’ndendi. Fakat traktörün ne olduğunu çiftçi bilmiyor. Traktörlerin toz filtresi var. Bunun hep kuru olması lazım ki çalışsın. Tozu tutsun diye kimi içine bal koyar, pekmez koyar ve makineyi bozarlardı. Sonuçta Türkiye sanayiciliği boza-yapa öğrendi. Buna rağmen gelinen nokta büyük bir aşamadır.” Türkiye’nin sanayiciliği boza-yapa öğrenmesinin gerekçeleri de var elbette. Vural Görener’in tespitlerine göre, ülkedeki ticaret ve sanayi gelişimini daha iyi anlayabilmek için, 1924’te yaşanan mübadele sürecini de iyi bilmek gerekiyor: “Türkiye 1923’te kuruldu ve devamında mübadele başladı. Ülkedeki gayrimüslim unsurlar Yunanistan ve Bulgaristan’a gitti, oradaki Müslümanlar buraya geldi. Osmanlı da ticaret yapan Türk ve Müslüman, yok denecek kadar azdı. Mübadelede ticareti bilen insanlar elimizden gitmiş oldu ve kalanlar sıfırdan bu işlere başlamak zorunda kaldılar.”

 

DEVAM EDECEK

 

 

 

Tavukçuluk Sektörünün Hızına Yetişilmiyor…

$
0
0

Tavukçuluk Sektörünün Hızına Yetişilmiyor…

 

Erkan Konuralp

 

 

Pak tavuk kurucu ortağı Şaban Daştan Tavukçuluk dünyamızın temel taşlarından Nurettin Gürsoy(soldo) ile sohbette (Çiftlik Dergisi arşivi)

Pak tavuk kurucu ortağı Şaban Daştan Tavukçuluk dünyamızın temel taşlarından Nurettin Gürsoy(soldo) ile sohbette (Çiftlik Dergisi arşivi)

Sektörün gelişimi ile birlikte damızlık işletmeleri için de çalışmalar başlatıldı: Bu hareketli günlerin başlangıcı İstanbul Söğütlüçeşme’de bulunan Pak Tavuk Kesimhanesinin ikinci katındaki küçük bir odada yapılan toplantılardır.Bu toplantılara Pak Tavuk’tan Şaban Daştan-Yedvard Bozacıyan,Şen Tavuk’tan Haşim Gürdamar,Altın Tavuk’tan Mehmet Ülker, Hürriyet Gazete’sinin sahibi olduğu Hür Holding’ten Tahir Perek,Tok Tavuk’tan Bülban Gürsoy, ve ünlü İSA Damızlık temsilcisi Henri Guerder katılarak bir çok önemli karara imza attılar.Topluluğa daha sonraları Güney Tavukçuluk’tan Yusuf Bayık ve Ankara Kaytaz Tavukçuluk’tan Nizamettin Kaytaz katıldılar.Bunların en önemlisi de “ÖZANAÇ” ismi altında bir Grand Parend damızlık firmasının kuruluşu karar altına alındı.1985 yılında kurulan ve 480 milyon sermayeli  şirket ile ilgili olarak Çiftlik Dergisi’ne bir açıklama yapan Pak Tavuk yöneticisi ve Özanaç sözcüsü Şaban Daştan şunları söyledi”Kuruluş çalışmalarımız iki üç yıl öncesine dayanıyor.Grand Parend ile ilgili çalışmalarımız devam ediyor.Ülkemiz damızlık firmaları olarak bir araya geldik ve adı geçen şirket ile illgili olarak 800 dönüm arazi aldık.Sermayemiz 480 milyon lira.Devletten teşvikte aldık ve bu yılın sonu ve 1986 yılının başında ilk üretimimize geçeceğiz “dedi.

 

Bu çalışmalar sürerken bir çok tavukçuluk kuruluşu da çeşitli genişlemelerini tamamlıyorlardı.Buna örnek olarak bu bölümümüzde Keskinoğlu Şirketinin herkese örnek olacak kuruluş hikayesini sunuyorum.

 

KESKİNOĞLU DENİLEN BİR GERÇEK

 

Bugün Türkiyemiz Tavukçuluk Sektörünün gözde entegre kuruluşlarından birisi olarak başarıdan başarıya koşan Keskinoğlu Şirketler Grubu’nun kuruluşu bir roman olabilecek hikayeye sahiptir.Tabii ki bu hikayenin baş rol oyuncusu da bugün kendisini sektör ve ülkemiz adına  rahmetle andığımız İsmail Keskinoğlu’dur.Şimdi bu ilginç ve ilginç olduğu kadar da herkese örnek olabilecek hikayeye bir göz atalım…

 

Keskinoğlu Şirketler Grubu’nun Kurucusu ve Ebedi Başkanı İsmail Keskinoğlu, 1900 yılında Yunanistan’ın Drama kasabasına bağlı Ravika köyünde yaşayan köklü Türk ailelerinden Fevzi Bey ve Hatice Hanım’ın ilk çocukları olarak dünyaya gelir.

 

Küçük yaşta anne ve babasını yitiren Keskinoğlu, daha çocukluk döneminde Ravika köyünün otlaklarında çobanlık yaparak aile bütçesine katkıda bulunmaya başlamış, 21 yaşında da, kız kardeşi Fatma’nın ardından Türkiye’ye göç eder.

 

1963 yılına kadar, tütüncülük, taşımacılık, kerestecilik ve marangozluk işlerinde, Türkiye’nin değişik yerlerinde çalışan İsmail Keskinoğlu, çalıştığı her işte ve bulunduğu her yörede kısa sürede büyük ilerlemeler sağlayarak bulunduğu yerlerde aranan bir isim haline gelir.

 

Uzun yıllar Adana ve İskenderun’da kalıp, hem para hem de hayat tecrübesi kazanan Keskinoğlu, Akhisar’a dönmeye karar verir. Zaman durmadan akıp geçmektedir. Durmadan ve yılmadan çalışan İsmail Keskinoğlu, neye el atsa kendisine çok bağlı oğulları Fevzi ve Mehmet ‘in de desteği  her girişimde bulunduğu işin üstesinden başarıyla gelir.

İsmail Keskinoğlu, 1963 yılında bir gün eve getirilen bir Denizli horozu ve iki tavukla,  yıllar sonrasının imparatorluğunun ilk temellerini atar. İki tavuk bir süre sonra 30 tavuk olur. Yumurtaların fazlasını bakkala satan Keskinoğlu, kısa süre sonra yumurta ticaretini genişletir. Keskinoğlu, büyük oğlu Fevzi’nin ısrarı ile  minyatür bir tavuk çiftliği kurma girişimde bulunur.

Keskinoğlu' nun kurucusu İsmail Keskinoğlu

Keskinoğlu’ nun kurucusu İsmail Keskinoğlu

 

Bu kuluçka makinesine ilk yumurta yatırdıklarında 700 sadece 3 civciv çıkar. Ancak İsmail Keskinoğlu yılmadan devam eder. Bunun sonucu yapılan araştırmanın ardından, kuluçkaya yatırılan yumurtaların hiçbirinin döllenmemiş olduğu ortaya çıkar. Bunun ardından, köylerden toplanan döllenmiş yumurtalar kuluçkaya yatırılarak, bir çok civciv elde edilir ve ahşap kuluçka makinesi ile yumurta yönlü civciv üretimi başlar.

 

1970’de yer tavukçuluğundan kafes tavukçuluğuna geçme kararı alınır ve kurulan atölyede kafes imalatına başlanır. Seri ve bilinçli çalışma sayesinde Keskinoğlu adı Türkiye’de aranılan firma noktasına gelmiştir.

 

1975’e gelindiğinde kafes imalatı hızla büyümeye devam ederken, genişleme kararı alınır ve Akhisar’ın hemen yanındaki Kayalıoğlu Kasabası’nda 60 dönüm arazi satın alınarak 10 bin kapasiteli kümeslerle kafeste yumurta tavukçuluğuna geçilir.

 

Zamanla entegre inşaatlar birbirini kovalamaya başlar ve temelleri 70’li yıllarda atılan toplam entegrasyon stratejisinin bir unsuru olarak, 1981 yılında saatte 8 ton kanatlı yemi üreten Keskinoğlu Yem Fabrikası devreye girer. Bu süreç 1986’da, her biri 35 bin yarka kapasiteli 13 kümesteki yarka üretimi ile sürer.1990’lara gelindiğinde saatte 30 ton kapasitesi olan yeni yem fabrikası hizmete girmiştir.

İsmail Keskinoğlu,Turgut Özal ve Prof.Dr.Rüveyde Akbay

İsmail Keskinoğlu,Turgut Özal ve Prof.Dr.Rüveyde Akbay

Yumurtayı üreten Keskinoğlu, 1994 yılında geri dönüşümlü her kağıdın kullanılarak, yaklaşık olarak yılda 100 milyon adet yumurta kabının üretildiği viol fabrikasını da hizmete sokmuştur. İsmail Keskinoğlu’nun Milli Eğitim Bakanlığı’na bağışladığı İsmail Keskinoğlu İlköğretim Okulu ise 1994 -1995 eğitim yılında, Kayalıoğlu’nda faaliyete geçmiştir.

1996’da etlik piliç yetiştirme kararı alınarak kapalı sistem damızlık yetiş

tirme kümeslerinin üretime geçmesini, 1997’deki yılda 30 bin ton üretim kapasiteli Keskinoğlu Piliç İşleme ve Değerlendirme Entegre Tesisleri’nin açılışı izler. 2000 yılında ise, yumurta sektöründe artan talebe bağlı olarak el değmeden yumurta üretiminin alındığı, 10 katlı tam otomatik kümesler devreye girmiştir.

 

Çocukları Fevzi ve Mehmet Keskinoğlu ile birlikte sıfırdan başlayarak tavukçuluk sektörünün Türkiye’deki ilk ve tek tam entegre kuruluşu haline getirdikleri Keskinoğlu Şirketler Grubu’nun Kurucusu İsmail Keskinoğlu,  17 Nisan 2001 yılında, 101 yaşında yaşama veda eder.

 

2002 yılında Türkiye’de ilk ve tek olarak gerçekleştirilen Keskinoğlu Doğal Besi Yumurta üretimi başlar. Bunu, yine 2002’de yapımına başlanan ve 2003 yılında hizmete girdiğinde günde 200 ton organik tavuk gübresi işleme, 60 ton da üretim yapma kapasitesine sahip bulunacak olan Keskinoğlu Gübre Fabrikası izler.  Türkiye’de ilklere imza atan Keskinoğlu Şirketler Grubu organik  selenyum içiren “Keskinoğlu Selenyum” yumurta üretimine başlar.
İsmail Keskinoğlu’nun şu ilkeleri Keskinoğlu Şirketler Grubu’nun bugünlere gelmesinde önemli rol oynamıştır.

 

*Yaptığın işte tüketiciye her zaman en iyisini ve en güzelini ver. Ticaretin sırrı budur.

*Her zaman iyisini yapın pahalıya satın. Herkes pahalı desin ama kimse Keskinoğlu’nun malı kötü demesin

*İşi önce kafanla sonra ellerinle yap.

*Özverili çalış hep daha iyinin peşinden koş.

*Kendine yapılmasını istemediğin şeyleri başkalarına uygulama

*Hayatın müddetince doğruluktan ayrılma.

*Geride kalan geçmiştir. Hep ileriye yeniliğe bak. Fakat arkanda kalanları unutma.

*İnsanları sev ve kenetlen.

*Çok çalış ümitsizliğe kapılma.

*Dürüst ol. Yaptığın işin daha iyisi vardır. Yılmadan araştır bulursun.

* Hiçbir zaman güneş üzerine doğmasın.

* Prensip ve işlerinde ben değil biz kelimesi hakim olsun.

* Yaşamak dünya ve Türkiye çok güzeldir. Kıymetini bil ve her demin tadını çıkar.

 

Bugün  Keskinoğlu 3’üncü kuşak devrede

ddoodd

2002 yılında, Keskin, Esin, İsmail Keskinoğlu olmak üzere Keskinoğlu’nun 3’üncü kuşağının da aktif olarak yönetime dahil olduğu Keskinoğlu Şirketler Grubu,  İsmail Keskinoğlu’nun 1963 yılında söylediği ”Tüketiciye her zaman en iyisini, en güzelini ver. Ticaretin sırrı budur” dizelerinden gelen sorumlulukla, şimdilerde yerini 21’inci yüzyılda dünya markası olma hedefine bırakmıştır.

 

Hedef dünya markası olmak

 

Türk Tavukçuluk sektörünün en eski ve köklü kuruluşlarından biri olan Keskinoğlu Şirketler Grubu, neredeyse sektörde 41. Yılını doldurmak üzere olan bir kuruluş. 40 yıllık bu uzun yolculuğun sonunda dünyanın tam entegre 10 kuruluşu arasına girmeyi başaran Keskinoğlu, sürekli gelişimi benimseyen ve değişimi yöneten yönetim biçimi ile  kapılarını her zaman dünyaya açan bir firma olma özelliğini ön plana çıkarmakta ve bu yönde çalışmalarına devam etmektedir.

 

Dünya markası olmak olan hedefleri doğrultusunda yeni atılım hamlelerine girişen Keskinoğlu Şirketler Grubu, yurtdışı pazarına yönelik hedeflerini hayata geçirmek için çalışmalarına hız verirken, bir yandan da yurt içi piyasasındaki hedeflerini gün geçtikçe daha da  büyütmektedir

 

Şu anda Keskinoğlu Şirketler Grubu bünyesindeki ünitelerde, yılda 30 bin ton piliç,günde 1 milyon adet yumurta, yılda 140 milyon adet viol (yumurta kabı), 6 milyon adet yumurta yönlü dişi civciv, 2 milyon  adet yarka, 31 milyon adet broiler (etlik) civciv üretimi yapılmaktadır.

 

Keskinoğlu Piliç İşleme ve Değerlendirme Entegre Tesisleri’nde  TÜV ISO 9001/ HACCP ve Avrupa Gıda Güvenliği Denetleme Servisi (EFSIS) standartlarında göre üretim yapılmaktadır.

 

Kendi üretiminin yanı sıra 450 fason yetiştirici ile piliç üretimi yapan Keskinoğlu, entegrelerde kullandığı yemi de kendi üretmektedir. Yem Fabrikası’nın şimdiki yem üretimi 150 ton/ saat iken, fulfet üretimi  50 ton / saat olarak belirtiliyor.

İsmail Keskinoğlu torunları ile birlikte

İsmail Keskinoğlu torunları ile birlikte

2003 yılında devreye  giren  Keskinoğlu Organik Gübre Fabrikası ise, organik tavuk gübresi üretiminde , Türkiye’deki en büyük yatırım olma özelliği taşıyor. 3 milyon dolarlık bir yatırımla gerçekleştirilen tesisler, 40 bin metrekarelik arazi üzerinde kurulu bulunuyor. Günde 200 ton gübre işleme kapasitesine sahip olan tesislerin, 60 ton da günlük üretim yapma kapasitesi bulunuyor.

 

Keskinoğlu Şirketler Grubu 1500 personeli ve Türkiye’nin çeşitli yerlerinde 10 adet bölge müdürlüğü ile, Edirne’den Van’a, Fethiye’den Mardin’e uzanan bir bayii zincirine sahip bulunuyor. Keskinoğlu, kendi araç filosunun yanı sıra, 250 adet fason nakliye aracı ile çalışmalarına hız vermeye devam ediyor.

 

Kurucu İsmail Keskinoğlu’nun dünyaya geldiği yer Ravika Köyü’nün yeniden doğuşu…

 

Drama’nın Ravika köyünde doğan “Güzel Ismayıl” o günlerin savaş ortamında Türkiye’ye geliyor ve Akhisar’da mücadelesine başlıyor. Önce kesif başarısızlıklar ve Sakarya’da Adana’da verilen mücadeleler ve sonra başladığı nokta olan Akhisar’da bugünkü büyük tavuk, yumurta ve zeytinyağı imparatorluğunun kuruluşu…

 

Bir büyüme sürecinin ve bir ailenin isim yapma mücadelesinin hikayesindeki azim bir süre sonra çıktığı toprakları anımsamaya, doğduğu yeri anımsamaya, nostaljiyi hayata geçirmeye dönüşüyor.

 

İsmail Keskinoğlu 2001 de hayatını 101 yaşındayken kaybediyor. Aile onun anısına bugünkü Ravika Köyü’nü yaptırırken buna şu anda iki de müze ekliyor.

Picture 050

Süreci Keskinoğlu ailesi şöyle özetliyor: “Ailenin üçüncü kuşağı dedelerinin köyünü Akhisar da kurmaya karar verdiler. Temeller 2002 de atıldı. Keskinoğlu ailesinin adına Sıdıka Keskinoğlu ve Mimar Ercan Abaka Yunanistan’a giderek, Ravika Köyü’nü incelediler. Gezileri sırasında oluşturdukları fotoğraf arşivlerinden ve hala sapasağlam duran binaların mimari özelliklerinden yararlanarak kaynak oluşturdular. 1 sene süren detaylı araştırmalar sonucunda projeler hazırlandı. Akhisar’ın Kayışlar Kasabası’nda, yaklaşık 100 dönüm arazi üzerine projesi yapılan Ravika Köyü, Yunanistan’ın Drama Kasabası’na bağlı Ravika Köyü’nün aslına sadık kalınarak tam 2 yılda inşa edildi. Ravika köyü özenli ve uzun bir çalışmayla gündeme gelmiş oldu. Özellikle tavan ve duvar resimlerinde Balkan Mimarisi öne çıkıyor. Anadolu mimarisindeki motifleri de içinde yaşatan Ravika köyü bu iki ayrı kültürün birbirine ne kadar yakın olduğunun en hoş kanıtlarından.”

 

Ravika Köyü projesi kapsamında şu anda Drama Yağhanesi, köy muhtarlığı, berber, bakkal, manav, marangoz, demirci, nalbant, cami, ilkokul ve İsmail Keskinoğlu’nun eski Ravika’da yaşadığı evin benzeri konak ve bunları toparlayan köy meydanı şu anda inşa edilmiş ve ziyaretçilere hazır bekliyor. Yine bu alanın hemen yanında 2007 yılında eklenmiş olan İsmail Keskinoğlu müzesi ve onun yanında şimdilik tek katlı bir müze daha yer alıyor. Kompleks içinde bundan başka bir adet Mardin evi ve bir adet Bursa evi de yer alıyor. Köyün ve müzelerin çevrelediği alanın yakınında doğal yolla ekolojik tarım yapılan seralar ayrı bir özellik olarak bulunmaktalar

 

6-7-13yaghane

 

DEVAM EDECEK

 

Tavukçuluk Dünyamızda Turgut Özal Gerçeği

$
0
0

  

Başbakan Özal Yu-Tav Fuarı'nda kartal Kimya Standında Yusuf Kanat'tan bilgi alıyor

Başbakan Özal Yu-Tav Fuarı’nda kartal Kimya Standında Yusuf Kanat’tan bilgi alıyor

 

 ERKAN KONURALP

Sütlüce semtine, yani İstanbul’un et ihtiyacını karşılayan büyük mezbahane’nin de bulunduğu semte taşınan yeni patron tavukçular burada büro ve kesimhane kurarak çalışmalara başladılar.Artık tavuk kesim ve dağıtım işi Sütlüce’de yürütülmeye başladı.Burada kesilen tavuklar temizlenerek kasalara konuyor ve İstanbul’un her semtine sevk ediliyordu.Bu işyerleri Tophane’ye göre daha rahattı.Zira İstanbul Belediyesi’nin mezbahane’sine gelen kasaplar ve diğer et tedarikçileri buradaki tavukçulara da uğrayarak ihtiyaçlarını görüyorlardı.Trafikte Tophane’ye gore daha rahat ve arazi genişti.

 

TURGUT ÖZAL’IN TAVUKÇUYA

VERDİĞİ BÜYÜK DESTEK

 

Tavukçuluk Sektörü 1980’li yılların başında büyük atılımlar yapmaya başladı.bir yandan kümesler büyütülürken,bir yandan da  sektörün yüzde yetmiş girdisini karşılayan yem sanayi gelişiyordu.Yem fabrikalarının kurulması büyük hızla devam etmeye başladı.Bu arada büyüyen tavukçuluk şirketleri kendi yemini üretmek üzere fabrikaları devreye sokmaya başladılar.

Cumhurbaşkanı Turgut Özal ve Kaya Erdem tavukçuluk fuarında işadamı Mazhar Zorlu ile

Cumhurbaşkanı Turgut Özal ve Kaya Erdem tavukçuluk fuarında işadamı Mazhar Zorlu ile

1983  yılında Türk siyaset sahnesinde yerini alan Anavatan Partisi kurulduğu yıl kurucu Genel Başkanı Turgut Özal’ın liderliğinde tek başına iktidara geldi. 1984 yılında yapılan mahalli seçimlerde de belediyelerin büyük çoğunluğunu kazanan Anavatan Partisi yerel ve genel yönetimlerde tek başına iktidar şansını elde etti.

 

Bu tek parti devri tavukçuluk sektörünün çok işine yaradı.Yeniliklere açık olan Turgut Özal tavukçuluk sektörüne büyük destek vererek entegre kuruluşların bir bir yerini almasına neden oldu.

 

Tavukçuluk Sektörü bu gelişmeleri sağlarken küçük kümeslerde de bazı sağlık sorunları çıkmaya başladı .   Bu sorunun en önemlisi halkımızın yıllar öncesine de dayanan ve adını “Tavuk Kıran” olarak tanımladığı bir hastalıktı.Halkımız bu hastalığının tedavisinin olmadığına inanır ve Allah’tan gelen bir hastalık olarak Kabul ederlerdi.

 

Newcastle (Yalancı Veba)

 

Halkın tedavisinin bulunmadığına inandığı hastalık aslında Yalancı Veba olarak bilinen ve bilimsel adı ise Newcastle idi.Sonraları da Tifo büyük kayıplara neden oldu.

civciv2

KAMYON MOTORLARINDA GETİRİLEN AŞILAR

 

Tavukçuluk Sektörü bu sağlık sorunları ile boğuşurken, diğer hastalıklarda boy göstermeye başlayınca Veteriner Hekimlerd devreye girerek aşılamanın önemi üreticilere anlatılmaya başladı. Veteriner Hekimlerin üreticilere verdikleri sağlık ve korunma bilgileri ışığında  Tarım ve Sağlık Bakanlığı canlı ve cansız aşılara ithal edilmesine şiddetle karşı çıkıyordu.Fakat kümeslerdeki ölümlere son vermek için aşılama gerekiyordu.

 

Bunu fırsat bilen bir kaç isim yurtdışından kaçak aşı getirmeye başladılar.Bu kaçak aşıların Türkiye’ye getirilmesi de bir hayli zordu.Beraberinde getirdikleri aşıları saklamak için araçların motorlarının bulunduğu bölmeleri kullanmaya başladılar.Halbuki aşının soğuk zincir kullanılarak getirilmesi gerekiyordu.

 

Bu araçların motor bölümlerine saklanarak getirilen aşılar bir çok aracı kanalı ile üreticilere sunuluyordu.Hatta bu aracılardan biri varki o, Tarım Bakanlığı Genel  Müdürlüğüne kadar yükseldi. Bu ismi orta yaş üzerinde bulunan sector ilgililerinin tümü bilirler.Aşıların büyük bölümü etkisini kaybettiği için hastalığa çare olmadığı gibi üreticiye de buyuk bir maliyet getiriyordu.

 

AŞI ETİKETLERİNİ DEĞİŞTİRENLER 

 

Kaçak aşıların kullanıldığı ülkemizde üreticiler  ve ülkemiz büyük kayıplara uğradı. Bu kayıpların en büyük sorumlusu şirket (Bay…lu) idi.

 

Bu bahsini ettiğimiz şirket, avrupa’dan ekseriyetle İtalya’dan günü geçmiş aşıları toplayıp üzerindeki etiketleri değiştirmek suretiyle ile pazarlama yapma cesaretini bile gösteriyondu.Bu kişinin durumu yakından incelendi ve kendisi bir çok kez uyarıldı. Bu işi devam ettiği de görülünce Pendik Veteriner Araştırma Enstitüsü raporu ile durum  resmi olarak belgelendi ve kendisi tehdit vari ikaz edildi. Bu uyarı özellikle yapıldı zira mahkemelerin yıllarca sürdüğü ve o zamana kadar sektörün ne kadar zarar edeceği de hesap edilmişti.Kanunlarımızdaki boşluktan yararlanan yıllarca bu işi yapan firma aşı işini yappılan büyük baskılar sonucu bırakmak zorunda bırakıldı. İşte tavukçuluk sektörümüzün büyük kayıplara uğramasına neden olan bir kanalda böylece yok edilmiş oldu.

 

KAÇAK AŞI PAZARLAYAN  KİŞİ NASIL BAKANLIK ÜST BÜROKRATI OLDU

 

Kaçak aşı dediğimiz için biz de üzgünüz.Ama canlı-cansız aşı ithal etmek yasak olduğu için üreticilerin dertlerine çare bulmak amacı ile yurtdışından kaçak olarak aşılar getiriliyordu.Bu işi yapan ve bütün sektör tarafından tanınan Bursa’lı bir şirket Türkiye’de satılan aşıların büyük bir yüzdesini pazarlıyordu.

 

Yıllarca pazarlara kuluçkadan çıkan horozları pazarlayan ve lakabı”Horozcu N…”  olan arkadaşımızın pazarlama işini yapan veteriner  arkadaşımızın yıllar sonra Tarım Bakanlığı üst bürakratlarından biri olarak karşımıza çıkması bizi çok şaşırtmıştı.Şaşırtmıştı diyorum zira bu arkadaşın sorumlu olduğu birim kaçak aşılarla mücadele eden bölümdü.

 

DEVAM EDECEK

 

 

 

 

Misafir Sofralarından Gariban Sofralarına Tavuk

$
0
0

MİSAFİR SOFRALARINDAN GARİBAN SOFRALARINA TAVUK

 2963633725_d3a897e09d_b

Erkan KONURALP

 

Tavuk eti yıllarca misafir yemeği olarak bilinirdi.Bunun nedeni de köyde ve şehirde evlerin bahçelerinde bulunan kümeslerde tavukların altına konulan yumurtalarla başlayan ve civciv olarak özenle beslenen piliçler eve gelen misafire ikram edilen en kıymetli gıda olarak yer almasıydı.

 

Bu gelenek şehircilik akımının gelişmesi ve göç nedeniyle geride kaldı diyebiliriz.

 

Bu gelişimin ardından semt pazarlarında canlı tavuk satışlarının patladığına şahit oluyoruz.Yakın köylerden pazarlara getirilen  bu tavuklar tüketiciler tarafından satın alınarak yine evlerde özel ve özenle  beslenip yine misafire ikram edilen bir yemek olmaya devam etti.

 

CANLI TAVUK DÜKKANLARI

32774399sYNHIr_fs

İstanbul’da da Beyoğlu Balıkpazarı,Aksaray Pazarı ve Kadıköy’de canlı tavuk satan dükkanlar oluştu.Bu dükkanlara gelen müşteriler kafesler içerisinde bulunan tavukları seçip dükkan sahibine kuru olarak kestirip yoldurduktan sonra evlerine götürürlerdi.

 

Yumurtaya gelince,Samsun ve Bartın bu konuda ön plana çıkan iki şehrimizdi.Bu şehirlerdeki toplayıcılar yumurtaları “Tabut” tabir edilen ahşap kasalara kırılmaması için samanla karıştırıp büyük şehirlerdeki toptancılara gönderirlerdi.Araya giren diğer bir aracı da gelen yumurtaları sağlıklı olup olmadığını anlamak için lambadan geçirip parekende olarak satarlardı.

 

Bandırma limanından toplayıcılar tarafından gemiye yüklenen canlı tavuk,süt kuzusu ve yumurtalar ertesi sabah Tophane rıhtımına indirilerek belediyeye ait binada rusum alınarak toptancılara verilirdi.

 

İhtiyaç arttıkça Bandırma’dan kafesler içinde canlı tavuk ve “Tabut” sandıklarla yumurta gönderimi arttı.Bu arada süt kuzusu kesimi yasaklandı ve Tophane’deki belediye binası tavuk ve yumurta satışına tahsis edildi.

 

BANDIRMA HALKININ TAVUKÇULUĞA MERAK SALMASI

 

ra325906551Bu gelişmeler olurken Bandırma halkı da tavukçuluğu sevdi ve talep doğrultusunda üretim de büyük ölçüde artırıldı.Bu gelişme üzerine bu trafiği yönlendirecek güvenilir kişiler aranmaya başlandı.Zira gönderilen tavuk ve yumurta bedellerinin sağlıklı bir şekilde geri dönmesi gerekiyordu.Bu durum çok yakın bir zamanda sağlandı.Bandırma yönünde Şerif Gökkaya ve ortakları devreye girdiler ve sektörde “Yumurta Kralı”ünvanını aldılar.İstanbul’da da Sedat,Oktay Orta ve bunun gibiler Tophane kesik et pazarının hatırı sayılır muteber komisyoncuları oldular.Bundan sonra Bandırma-İstanbul arasında mal ve para akışı sağlıklı bir şekilde işlemeye başladı.İstanbul Büyükpazar’daki canlı tavuk satışı ve kesimi yasaklanarak bu işe Tophane’deki belediye binası tahsis edildi.Artık Bandırma’dan getirilen canlı tavuklar burada kesilip toptancılar kanalı ile parekendeciler kanalı ile tüketicilere ulaştırılıyordu.

 

SEKTÖRÜN İLK PATRONLARI TEZGAHTARLAR

 

Talep fazla kuru kesim ve yolma elemanı ise yok denecek kadar çok azdı.Bu işi biraz olsa becerenler ise patronluğa soyundular.Yeni  patronların bir çoğu da eski tavuk satışı yapan tezgahtarlardı.Bunlar kısmen pazarı biliyorlardı.Bu patronlar akşamları müşterileri dolaşır siparişlerini toplarladı. Ertesi günde Tophane’den canlı olarak temin ettikleri tavukları dükkanlarında kesip,yolduktan sonra üzerlerinde başları kopmamış şekilde muhacir sepetlerine koyarak müşterilerine ulaştırırlardı.Bu işte ilk zamanları büyük kazanç olmadığı ve müşterilerini kaptırmamak için yanlarında eleman çalıştırmayıp kendileri bu işi görürlerdi.Bu satışlarda vade kullanılmazdı.Bütün mal peşin para ile yapılırdı.Satış arttıkça Balıkesir yöresinde tavukçuluk sektörü büyümeye başladı.

 

 

KASAPLARIN TAVUK SATMAYA BAŞLAMASI

mamma

 

Üretici,satıcı arasına daha vasıfla insanlar girmeye başladı.Dindar museviler “Helal Kesim”yani “Koşer” için hahamları devreye sokarak sektörün büyümesine neden oldular.Bu gelişmeler olurken tavuk satış dükkanlarının çoğalması ile semtlerdeki kasaplar da artık tavuk eti satmaya başladılar.Bu hareketliliğin ardından tavuk pazarı büyüdü ve Tophane kesik et mezbahası çok hızlı çalışmaya başladı.

 

ROMANLAR SEKTÖRÜN İMDADINA YETİŞTİLER

 

Bu arada hijyen şartları da zorlanmaya başladı.Kesim ve dağıtım yapacak eleman aranıyordu.bu iş için İstanbul Beyoğlu Dolapdere’deki roman vatandaşlar patronların imdadına yetiştiler.Tophane yokuşunda bulunan tekel’in tütün depose kapandı ve buradan boş kalan elemanlardan tavukçuluk sektörü yararlandı.

29040233VlvXOdJFdh_fs

Bandırma’dan getirilen yumurtanın kaynağı ise, Gönen ilçesinde Dünya Kiliseler Birliği’nin hibe olarak verdiği damızlıkla üretime başlayan Devlet Üretme Çiftliğinin ürünleriydi .

 

SÜTLÜCEYE GİDİŞ

 

Dağınık bir alanda İstanbul halkına hizmet veren tavuk kesimcileri ve pazarlamacılar İstanbul Belediyesi’nin sıkıştırması neticesinde bir araya gelerek Sütlüce’ye yani Belediye’nin kasimhanesinin bulunduğu semte gitmeye karar vererek çalışmalara  başladılar.Sütlüce’de dükkan bularak taşınmaya başlayan ilk tavukçu esnafı Başaran Tavukçuluk,Hüsnü ve ortağı Nail Küçükel ile yıllar once borç batağına batarak kurtuluş ümidini yitiren bunun sonucu da intihar eden Önder tavukçuluk şirketinin sahibi Erol Okta.

 

(Devam Edecek)

Viewing all 28 articles
Browse latest View live